Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 425

Haşir
(1)
w
?n
M p
är
ƒn
ªr
dG n
ór
©n
H o
år
©n
Ñr
dGn
h
MEDHAL
Şu meseleye dair kur’ân’ın işaratından fehmettiğim
bir miktarını Arabî olarak
işaratü’l-i’caz’
da yazmıştım.
Burada vazifem, hükm-i kur’ân’ı güzel telâkki etmek için
zemini ihzar etmektir.
İşte kalbe kabiliyet-i kabul verecek ve vicdanı iz’ana ih-
zar edecek dört esas var ki: muktazi mevcuttur, fâil
muktedirdir, mahal kabildir, mâni yoktur.
BİRİNCİ MAKAM
Saadet-i ebediyeye muktazi vardır
. o muktazinin vü-
cuduna bürhan, on menabiden süzülen ve tehallüp eden
bir hadsdir.
Birincisi:
İşte kâinatta bir nizam-ı ekmel-i kastî var.
Her cihette reşahat-ı ihtiyâr, lemaat-ı kasıt görünür. Her
şeyde bir nur-i kasıt, her şe’nde bir ziya-i irade, her ha-
rekette bir lem’a-i ihtiyâr, her terkipte bir şule-i hikmet
nazar-ı dikkate çarpıyor.
evet saadet-i ebediye olmazsa nizam bir suret-i zaife-i
vâhiyeden ibaret kalır, yalancı bir nizam olur. nizamın
ruhu olan maneviyat ve revabıt ve nesep heba olur. de-
mek nizamın nazzamı saadet-i ebediyedir.
iz’an:
basiret, feraset, anlayış, kav-
rayış,.
kabil:
mümkün, ihtimal dairesin-
de.
kabiliyet-i kabul:
kabul etmeye
yatkınlık.
kâinat:
dünya, varlıklar.
lemaat-ı kasıt:
niyetlenip bilerek
yapma parıltıları.
lem’a-i ihtiyâr:
iradenin parıltısı.
mahal:
yer.
maneviyat:
mana âlemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait şeyler.
mâni:
engel olan.
medhal:
giriş.
menabi:
menbalar, kaynaklar.
mesele:
konu, sorun.
mevcut:
var olan.
miktar:
kısım, parça.
muktazi:
gerektiren, icap ettiren.
muktedir:
iktidarlı, gücü yeten.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakış.
nazzam:
düzenleyen, tanzim
eden.
nesep:
zinciri, silsile.
nizam:
düzen, düzgünlük, tertip.
nizam-ı ekmel-i kastî:
bilerek ya-
pılmış mükemmel düzen, kusur-
suz sistem.
nur-i kasıt:
dileyerek, isteyerek
yapma ışı€ı, parlaklı€ı.
reşahat-ı ihtiyâr:
ihtiyâr sızıntıla-
rı, hür iradenin belirtileri, istekle
yapabilme alâmetleri, delilleri.
revabıt:
tertipler, sıralar, usuller,
düzenler; münasebetler, ilgiler.
ruh:
cevher, öz.
saadet-i ebediye:
sonsuz mutlu-
luk, sonu olmayan mutluluk.
suret-i zaife-i vâhiye:
çok zayıf
işaret, anlayış ve maksatların su-
reti; zayıf ve esassız görüntü; ya-
lancı bir düzen.
şe’n:
icap, gerek.
şule-i hikmet:
hikmet parıltısı,
hikmet ışı€ı.
tehallüp etmek:
süzmek.
telâkki etmek:
anlamak, kabul et-
mek.
terkip:
birkaç şeyin birleşerek
meydana getirdikleri yeni şey,
sentez.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan.
vücut:
var olma, varlık.
zemin:
ortam.
ziya-i irade:
dileme, isteme, bir
şeyi yapma veya yapmama ko-
nusunda karar verebilme ve bu
kararı yerine getirme gücünün ışı-
€ı, iradenin parlak olarak kendini
göstermesi.
arabî:
Arabca.
bürhan:
delil.
cihet:
yön.
dair:
alâkalı, ilgili.
esas:
asıl, temel.
fail:
fiili işleyen, yapan, tesir
eden.
fehmetmek:
anlamak, kavra-
mak, idrak etmek.
hads:
tahmin; sezgi, seziş.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
heba:
boş, faydasız, israf, zi-
yan.
hükm-i kur’ân:
Kur’ân’ın hük-
mü.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan, müteşekkil.
ihzar etmek:
hazırlamak.
işarat:
işaretler.
işaratü’l-i’caz:
Bediüzzaman
Said Nursî’nin bir eseri.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 425 |
n
okTa
1.
Ölümden sonra diriliş haktır.
1...,415,416,417,418,419,420,421,422,423,424 426,427,428,429,430,431,432,433,434,435,...790
Powered by FlippingBook