Meselâ, bir taburun askerleri istirahat izniyle dağılıp,
boru ile çağrılsa; birden tabur bayrağı altında toplanma-
ları, yeniden bir taburu teşkil etmekten çok ve çok eshel-
dir. Bir vücutta imtizaç ile ünsiyet ve münasebet peyda
eden zerrat, sûr-ı İsrafil ile Hâlık’ının emrine lebbeyk-
zen olmaları, aklen, birinci icattan daha sehil, daha
mümkündür. Hem nüveler hükmünde olan ecza-i asliye
ikinci neş’e için bir esas-ı kâfidir.
İkinci Kıyasın Hülâsası:
Şu âlemde çok görüyoruz ki; za-
lim, facir, gaddar gayet refah ve rahat ile ömür geçiriyor.
Hâlbuki görüyoruz ki mazlum, fakir, mütedeyyin, hüsn-i
hulk sahibi zahmet ve zillet-i mazlumiyette hayatını geçi-
riyor. sonra mevt gelir, ikisini müsavi kılar. eğer şu mü-
savat nihayetsiz ise zulüm görünür. Hâlbuki, zulümden
tenezzühü, kâinatın şahadetiyle sabit olan adalet ve hik-
met-i İlâhiye, bir mecma-ı aheri iktiza eder ki; birincisi
cezasını, ikincisi mükâfatını görsün.
Hem şu perişan beşeri, sair ihvanı olan kâinat-ı mun-
tazama gibi tanzim edecek ve istidadıyla mütenasip tec-
ziye ve mükâfat edecek bir mahkeme-i kübra ister; tâ
adalet-i mahza tecelli etsin. Şu dar dünya beşerin ruhun-
da mündemiç olan istidadat-ı gayr-i mahdudenin
sümbüllenmesine müsait değildir. demek başka âleme
gönderilecektir.
İnsanın cevheri büyüktür, ebede namzettir; mahiyeti
âliyedir, cinayeti dahi azîmdir; intizamı da mühimdir, sair
kâinata benzemez, intizamsız olamaz, mühmel kalamaz,
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi.
adalet-i mahza:
tam adalet, ger-
çek, kusursuz adalet.
aklen:
akıl ile, akıl yolu ile, akıl
gere€ince.
âlem:
dünya.
âliye:
yüksek, yüce.
azîm:
büyük.
beşer:
insan.
cevher:
esas, maya, öz.
cinayet:
öldürme derecesinde suç.
ebed:
sonu olmayan.
ecza-i asliye:
aslî unsurlar, vücut-
ta temel teşkil eden unsurlar.
esas-ı kâfi:
yeterli temel.
eshel:
en kolay, pek kolay.
facir:
günahkâr, fena huylu.
gaddar:
zulüm, haksızlık, merha-
metsizlik eden.
gayet:
son derece.
hâlbuki:
oysa ki.
Hâlık:
yaratıcı; Allah.
hikmet-i ilâhiye:
İlâhî maksat, Al-
lah’ın hikmeti.
hükmünde:
de€erinde.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, özeti.
hüsn-i hulk:
ahlâk güzelli€i, güzel
ahlâk.
icat:
vücuda getirme, getirilme,
yoktan var etme.
ihvan:
kardeşler.
iktiza etmek:
gerekmek, gerekli-
lik.
imtizaç:
kaynaşma.
intizam:
düzgünlük.
intizamsız:
düzensiz.
istidadat-ı gayr-i mahdude:
sınır-
sız kabiliyetler, yetenekler.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istirahat:
dinlenme, rahatlama.
kâinat:
dünya, varlıklar.
kâinat-ı muntazama:
düzenli, ter-
tipli kâinat.
kıyas:
oran, karşılaştırma.
lebbeykzen:
evet diyen, razı olan.
mahiyet:
nitelik, özellik.
mahkeme-i kübra:
büyük mah-
keme.
mazlum:
haksızlı€a u€rayan, zu-
lüm görmüş.
mecma-ı aher:
başka, di€er top-
lanma yeri, di€er kavuşma mahal-
li, ahirette mahşer yeri.
mevt:
ölüm.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mühmel:
ihmal edilmiş, bırakılmış,
bakılmamış, terk edilmiş.
mükâfat:
iyi bir iş, hizmet veya
başarıdan ötürü verilen şey, ödül.
münasebet:
uygunluk.
mündemiç:
bir şeyin içinde bulu-
nan, saklı olan.
müsait:
uygun, elverişli.
müsavat:
eşitlik, aynı hâl ve de-
recede olan.
müsavi:
eşit, denk, birinin ötekin-
den farksız olanı.
mütedeyyin:
dinin emirlerini ek-
siksiz yerine getiren, dindar,
dine ba€lı.
mütenasip:
uygun, denk.
namzet:
aday.
neş’e:
meydana gelme, vücut
bulma, do€ma.
nihayetsiz:
sonsuz.
nüve:
çekirdek.
peyda:
meydanda; hazır, mev-
cut.
refah:
bolluk, rahatlık.
ruh:
cevher, can.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlan-
mış.
sair:
di€er.
sehil:
kolay.
sûr-ı israfil:
Hz. İsrafil’in Sûr’u;
Allah’ın emri ile Hz. İsrafil’in kı-
yamet kopaca€ı zaman üfle-
yece€i boru.
şahadet:
şahit olma, tanıklık.
tanzim etmek:
düzeltmek,
düzenlemek.
tecelli etmek:
görünmek.
tecziye:
cezalandırma, ceza
verme.
tenezzüh:
kusur ve noksan-
dan temizlenme.
teşkil etmek:
meydana getir-
mek.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dost-
luk.
vücut:
var olma, varlık.
zahmet:
sıkıntı.
zalim:
zulmeden.
zillet-i mazlumiyet:
şuçsuz
oldu€u hâlde hor ve hakir gö-
rünme.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
n
okTa
| 432 |
Eski said dönEmi EsErlEri