NeTİce:
Madem ki kudret-i ezeliye gayr-i mütenahiye-
dir. Hem lâzıme-i zaruriyedir. Hem her şey lekesiz, per-
desiz cihet-i melekûtiyeti ona müteveccihtir. Hem ona
mukabildir. Hem tesavi-i tarafeyn olan imkân itibarıyla
mütevazinü’t-tarafeyndir. Hem şeriat-ı fıtriye-i kübra olan
nizama mutîdir. Hem, avaik ve hususiyat-ı mütenevvia-
dan cihet-i melekûtiyet mücerrettir. öyle ise, küll-i âzam
cüz-i asgara nispeten kudrete karşı ziyade nazlanmaz,
mukavemet etmez. öyle ise, haşirde bütün zevi’l-ervahın
ihyası, mevtâlûd bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sine€in
baharda ihya ve in’âşından kudrete daha a€ır olamaz.
öyle ise,
(1)
m
In
óp
MGn
h m
¢ùr
Øn
æn
c s
’p
G r
ºo
µ
o
ãr
©n
H n
’n
h r
ºo
µ`o
?r
?n
N Én
e
müba-
lağasızdır, mücazefesizdir, doğrudur, haktır, hakikattır.
İşte müddeamız ki, “Fâil muktedirdir; o cihette hiçbir
mâni yoktur” tahakkuk etti.
ÜÇÜNCÜ MAKAM
Mahal kabildir. Şurada dört nokta var: Âlemin im-
kân-ı mevti ve vukuu, tamir ve ihyasının imkânı ve vu-
kuu.
Birinci Nokta:
kâinatın imkân-ı mevtine delil.
Bir şey kanun-i tekâmüle dâhil ise, o şeyde neşvünema
var. neşvünema varsa ona bir ömr-i tabiî var. ömr-i ta-
biî varsa ona bir ecel-i fıtrî var. Vâsi bir istikra ile sabittir
ki, pençe-i mevtten kendini kurtaramaz. nasıl ki insan
küçük bir âlemdir, yıkılmaktan kurtulamaz; âlem dahi bü-
yük bir insandır, o da ölümün pençesinden kurtulamaz.
âlem:
dünya.
avaik:
engeller, zorluklar, zor iş-
ler.
cihet:
yön.
cihet-i melekûtiyet:
her şeyin
do€rudan Allah’ın ilim, hikmet ve
kudretine bakan, sebeplerin mü-
dahale edemedi€i aslı, esası, iç yü-
zü tarafı.
cüz-i asgar:
en küçük cüz, en ufak
parça.
dâhil:
içeri, iç.
delil:
şahit, belge, tanık.
ecel-i fıtrî:
Her mahlûkun yaratı-
lışı bakımından Cenab-ı Allah ta-
rafından belirlenmiş ortalama öm-
rü.
fail:
fiili işleyen, yapan, tesir eden.
gayr-i mütenahiye:
sonsuz, niha-
yetsiz, sonu olmayan.
hak:
do€ru.
hakikat:
gerçek.
haşir:
kıyametten sonra bütün in-
sanların bir yere toplanmaları, Al-
lah’ın ölüleri diriltip mahşere çı-
karması.
hususiyat-ı mütenevvia:
çeşitli,
de€işik ayırıcı özellikler.
ihya:
diriltme, hayat verme.
imkân:
mümkün olma, olabilirlik.
imkân-ı mevt ve vuku:
ölümün
olabilirli€i ve bunun gerçekleşme-
si.
in’âş:
yapma.
istikra:
etraflı bilgi edinme; tüme
varım.
itibarıyla:
bakımından.
kabil:
mümkün, ihtimal dairesin-
de.
kanun-i tekâmül:
gelişme kanu-
nu, ilerleme, mükemmelleşme ka-
nunu.
kudret:
Allah’ın bütün varlı€ı çev-
releyen ezelî kuvveti.
kudret-i ezeliye:
başlangıcı olma-
yan Allah’ın sonsuz gücü.
küll-i azam:
en büyük bütün, en
büyük küll.
lâzıme-i zaruriye:
zorunlu olarak
gerekli.
madem ki:
de€il mi ki.
mahal:
yer.
mâni:
engel olan.
mevtâlûd:
ölü gibi.
mukabil:
karşılık.
mukavemet etmek:
karşı koy-
mak, dayanmak, direnmek.
muktedir:
iktidarlı, gücü yeten.
mutî:
itaat eden, boyun e€en.
mübalâ€a:
abartma, abartı.
mücazefe:
aldatma.
mücerret:
cisim hâlinde bulunma-
yan, gözle görülmeyen, elle tutul-
mayan, soyut.
müddea:
iddia olunan, iddia edi-
len şey.
mütevazinü’t-tarafeyn:
iki tara-
fında dengede olma durumu.
müteveccih:
yönelen.
neşvünema:
yayılıp gelişme,
büyüyüp gelişme; büyüme,
boy atma, yetişme, gelişme.
netice:
sonuç.
nevm:
uyku.
nispeten:
oranla.
nizam:
düzen, tertip.
nokta:
konu, konu ile ilgili
önemli bölüm.
ömr-i tabiî:
do€al yaşayış sü-
resi.
pençe-i mevt:
ölüm pençesi.
sabit:
ispat edilmiş, do€rulan-
mış.
şeriat-ı fıtriye-i kübra:
kâi-
nattaki düzen ve intizamı sa€-
layan, bütün varlıkların tâbi ol-
du€u büyük kanun, nizam,
tabiat kanunlarının bütünü.
tahakkuk etmek:
gerçekleş-
mek.
tamir:
onarım.
tesavi-i tarafeyn:
iki tarafın
da aynı seviyede, eşit hâlde
bulunması.
vâsi:
geniş; büyük.
zevi’l-ervah:
ruh sahipleri,
canlılar.
ziyade:
pek fazla.
n
okTa
| 438 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Lokman
Suresi: 28.)