Her şey, hatta meyvelerin içi dışından, batnı zahirin-
den daha muntazam, daha lâtif, daha sanatkârâne oldu-
ğu gösterir ki, hüküm melekûtundur.
esbab-ı maddiye bahanedir, tâbi’dirler. Yoksa zahir
daha mükemmel olmak lâzım gelirdi. Maddeden azîm bir
kütleyi, nasıl bir ruh istihdam eder; bir zerreyi de istih-
dam edebilir. ona istinat ile âlem-i misalde müzehher bir
şahıs olur –âlem-i türapta bir çekirdek, âlem-i havada
ondan bir şecere-i meyvedar gibi–.
İkinci Nükte:
Hayat her şeyin başında ve esasında-
dır. Hayat her şeyi her şeye mal eder. onun ile bir şey
der: “Her şey malımdır, dünya hanemdir, kâinat mül-
kümdür.”
ziya ecsamın keşşafı ve elvanın sebeb-i vücudu olduğu
gibi, hayat dahi mevcudatın keşşafı ve cüz’ü küll gibi,
belki daha büyük yapmak ve küllü cüz’e sığıştırmak ve iş-
tirak ve ittihat ettirmek gibi kemalât-ı vücudun sebebidir.
“Hayat kesrette bir çeşit tecelli-i vahdettir.” Bak! Ha-
yatsız bir cisim dağ dahi olsa yetimdir, münferittir, garip-
tir. Münasebeti, yalnız oturduğu mekân ve ona karışan
şeyle var; başka ne varsa ona nispeten madumdur.
Şimdi bak, küçücük bir cisme, meselâ bal arısına! Ha-
yat girdiği anda, bütün kâinatla öyle münasebet tesis
eder, bütün taifeleriyle öyle bir ticaret akdediyor ki, diye-
bilir: “Âlem bahçemdir; güneşim parlıyor.” saika ve şai-
kayı ihtiva eden havâss-ı aşeresiyle dünyanın ekser enva-
ıyla ihtisas, ünsiyet, mübadele, tasarrufa başlar.
akdetmek:
anlaşmak, sözleşmek.
âlem:
dünya.
âlem-i hava:
hava.
âlem-i misal:
bütün varlıkların ve
olayların görüntülerinin kaydedil-
di€i âlem.
âlem-i türap:
toprak.
azîm:
büyük.
bahane:
asıl sebebi gizlemek için
ileri sürülen uydurma sebep.
batın:
iç.
cüz:
parça.
ecsam:
cisimler.
ekser:
pek çok, ço€unluk.
elvan:
renkler.
enva:
çeşitler, türler, cinsler, nevi-
ler.
esas:
asıl, öz.
esbab-ı maddiye:
maddî sebep-
ler.
garip:
kimsesiz, zavallı; yabancı.
hane:
ev.
havâss-ı aşere:
on his, on duygu.
hayat:
canlılık.
hüküm:
yargı.
ihtisas:
uzmanlık.
ihtiva etmek:
içine almak, kap-
samak.
istihdam etmek:
kullanmak, ça-
lıştırmak.
istinat:
dayanmak.
iştirak:
ortaklık, katılma.
ittihat:
birleşme, birlik oluşturma,
bir olma.
kâinat:
dünya, varlıklar.
kemalât-ı vücut:
var oluşun, var-
lık belirtilerinin tekâmülü, mü-
kemmelleşmesi.
kesret:
çokluk.
keşşaf:
keşfeden, bulan, açan.
küll:
bütün.
kütle:
büyük parça.
lâtif:
hoş, güzel.
madum:
yok.
mekân:
yer, mahal.
melekût:
şeyin iç yüzü, hakikati,
aslı.
meselâ:
misal olarak.
mevcudat:
varlıklar.
muntazam:
intizamlı, düzgün, ter-
tipli, düzenli.
mübadele:
de€iş-tokuş, karşılıklı
olarak de€iştirme, trampa etme.
mükemmel:
kemal bulmuş, kâ-
mil, eksiksiz, tam.
mülk:
sahip olunan, üzerinde
tasarruf hakkı bulunan her
şey.
münasebet:
ilgi, ba€.
münferit:
teklik, tek başına
oluş, tek.
müzehher:
çiçekli, çiçek aç-
mış.
nispet:
kıyas, oran.
nükte:
ince ve derin anlam.
ruh:
cevher, can.
saika:
sevk etme, yönlendir-
me görevi yapan bir duygu,
his.
sanatkârâne:
sanatkârca, bir
sanatkâra yakışacak şekilde.
sebeb-i vücut:
varlık ve gö-
rünme sebebi.
şahıs:
fert.
şaika:
şevkli, hevesli, istekli,
arzulu.
şecere-i meyvedar:
meyve
veren a€aç.
tâbi:
boyun e€en, ba€lı kalan;
uyan.
taife:
topluluk.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup
idare etme, mülkünü istedi€i
gibi kullanma.
tecelli-i vahdet:
vahdet tecel-
lisi, birlik tecellisi, Allah’ın bir-
li€inin tecellisi, tevhid mühür-
leri.
tesis etmek:
kurmak, meyda-
na getirmek.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dost-
luk.
yetim:
yalnız.
zahir:
dış, görünen taraf.
zerre:
en küçük parça.
ziya:
ışık.
n
okTa
| 418 |
Eski said dönEmi EsErlEri