Birincisi:
Beşerin fıtratındaki istidad-ı isyan ve tehev-
vür gayr-i mahdut olduğunu göstermektir. Hayra olduğu
gibi, şerre dahi insanın kabiliyeti namütenahi gibidir.
Hodgâmlık ile öyle insan olur ki, heves ve ihtirasına mâ-
ni her şeyi, hatta elinden gelirse dünyayı harap ve nev-i
beşeri mahvetmek ister.
İkincisi:
İstidad-ı fıtrînin hariçte derece-i kuvvetini iz-
harla, mümkünü vaki suretinde göstererek, nefsi zecre-
der. demek o damar-ı gadir ve isyan çekirdeği, güya bil-
kuvveden bilfiile çıkıp, imkânatı vukuata inkılâp ederek
müstait olduğu semeratı verip, bir şecere-i zakkum sure-
tinde hayalin nusbü’l-aynına vazeder; tâ matlûp olan te-
neffür ve inzicarı, nefsin dibine kadar işletilsin. İrşadî be-
lâgat böyle olur.
Üçüncüsü:
kaziye-i mutlaka, bazen külliye ve kaziye-i
vaktiye-i münteşire, bazen daime suretinde görünür.
Hâlbuki bir fert, bir zamanda hükme mazhar olsa, kazi-
yenin mantıken sıdkına kâfidir. ehemmiyetli bir kemiyet
olsa, örfen dahi doğrudur. nasıl ki, her mahiyette bazı
harikulâde efrat veya o nev’in nihayet derecede tekem-
mül etmiş bir fert veya her fert için acip şeraite cami ha-
rika bir zaman bulunur ki; sair efrat ve ezmine o ferde
veya o zamana nispeten zerreler kadar, küçücük balıklar
balina balığına nispeti gibidir.
Bu sırra binaen cümle-i ulâ çendan zahiren külliye ise,
fakat daime değildir. Fakat beşere kàtilin zaman cihetiy-
le en müthiş ferdini nazara vazediyor.
acip:
hayret verici.
belâgat:
sözün güzel olmakla be-
raber yerinde, hâl ve makama uy-
gun olması.
beşer:
insanlık.
bilfiil:
lâfla değil, yaparak.
bilkuvve:
düşünce hâlinde, duygu
olarak.
binaen:
den dolayı, nedeniyle.
cami:
toplayan, içine alan.
cihetiyle:
bakımından.
cümle-i ulâ:
ilk cümle.
çendan:
gerçi.
daime:
sürekli, her zaman.
damar-ı gadir ve isyan:
isyan ve
zulmetme huyu.
derece-i kuvvet:
kuvvet derecesi.
efrat:
fertler.
ezmine:
zamanlar, çağlar.
fert:
birey.
fıtrat:
yaratılış, tabiat.
gayr-i mahdut:
sınırsız.
güya:
sanki.
hâlbuki:
oysa, oysa ki.
harap:
yıkılmış, eskimiş.
harika:
olağanüstü.
harikulâde:
olağanüstü.
hayır:
iyi iş, iyi şey.
heves:
istek ve arzular.
hodgâmlık:
keyfini düşünmek,
bencillik.
hüküm:
karar.
ihtiras:
aşırı hırs ve istek.
imkânat:
olması ve olmaması ihti-
mal dâhilindekiler.
inkılâp etmek:
bir hâlden başka
bir hale geçme, değişme, dönüş-
me.
inzicar:
çekilme, vazgeçme.
irşadî:
doğru yolu gösterme, doğ-
ru yola yöneltme, gafletten uyan-
dırma, uyarmayla ilgili.
istidad-ı fıtrî:
yaratılıştan gelen
kabiliyet.
istidad-ı isyan:
karşı çıkma kabili-
yeti, eğilimi.
izhar:
gösterme.
kabiliyet:
yetenek.
kâfi:
yeterli.
kaziye:
hüküm.
kaziye-i mutlaka:
hiçbir ihtimal
göstermeyip, bir şeyin şöyle oldu-
ğuna veya olmadığına açıktan açı-
ğa hükmetmek.
kaziye-i vaktiye-i münteşire:
yaygın olan süreli hüküm, karar,
yargı.
kemiyet:
bir şeyin miktar ve sayı
olarak durumu; nicelik.
külliye:
umuma ait, bütün, hepsi.
mahiyet:
nitelik, keyfiyet.
mahvetmek:
yok etmek, perişan
etmek.
mâni:
engel olan.
mantıken:
, mantıkça.
matlûp:
talep edilen, istenen.
mazhar olmak:
nail olmak, ulaş-
mak.
mümkün:
imkân dâhilinde.
müstait:
hazır, amade; lâyık.
müthiş:
dehşetli, korkunç.
namütenahi:
sonu olmayan,
sonsuz, bitmez tükenmez.
nazar:
dikkat.
nefis:
kötülüğe sevk eden, ha-
yırlı işlerden alıkoyan güç.
nevi:
tür, cins.
nev-i beşer:
insanoğlu.
nihayet:
son, uç.
nispet:
kıyaslama, oran.
nusbü’l-ayn:
göz önünde bu-
lundurma.
örfen:
âdet üzere, örfe uygun
şekilde, örfe göre, örf bakımın-
dan.
sair:
diğer.
semerat:
neticeler.
sıdk:
doğruluk.
sır:
incelik, püf noktası.
suretinde:
şeklinde.
şecere-i zakkum:
zakkum
ağacı.
şer:
kötülük.
şerait:
şartlar.
tehevvür:
maddî olsun mane-
vî olsun hiç bir şeyden kork-
mama.
tekemmül etmek:
olgunlaş-
mak, mükemmelleşmek.
teneffür:
tiksinme, nefret et-
me, kaçınma, çekinme.
vaki:
vuku bulan, olan.
vazetmek:
meydana getir-
mek, ortaya koymak.
vukuat:
olanlar.
zahiren:
görünüşte.
zecretmek:
zorlamak, mecbur
etmek.
zerre:
en küçük parça.
s
ünuHaT
| 470 |
Eski said dönEmi EsErlEri