Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 478

Hem, mebdei taassup derecesinde azimet olsa, niha-
yeti müsaheleye; ruhsata taraftarsa, nihayeti salâbete
müncer olur. (Bir kısım Hanbelî, Hanefî gibi.) Hatta en
garibi bir kısım mutaassıplar, mesleklerinin zıddına ola-
rak küffara karşı müsamaha, dostluk; ve lâkayt jönler,
husumet ve salâbet taraftarı çıktılar. güya, mebde-i Hür-
riyetteki mevkilerini becayiş ettiler.
İki âlim; bazen nakısın oğlu kâmil, kâmilin oğlu nakıs
oluyor. güya, bakıye-i iştiha-i şevki tevarüsle velede ge-
çiyor. öteki kaza-i vatar ettiğinden, veledinde ilme karşı
açlık hissini uyandırmıyor.
Şu emsilelerdeki sırr-ı düstur şudur: Beşerde meyl-i te-
ceddüt var. Halef selefi kâmil görse, tezyit eylemese,
meylinin tatminini başka tarzda arar, bazen aksülamel
yapar.
a a a
(1)
… '
ô r
No
G n
Qr
Rp
h l
In
Qp
RGn
h o
Qp
õn
J n
’n
h :
İşte siyaset-i şahsiye, ce-
maatiye, milliyeye dair en âdil bir düstur-i kur’ânî.
(2)
k
’ƒ o
¡n
L É k
eƒo
?n
X n
¿Én
c o
¬s
f p
G :
İşte mahiyet-i insaniyede deh-
şetli kabiliyet-i zulüm.
sırrı şudur: Beşerde, hayvanın aksine olarak, kuva ve
müyul fıtraten tahdit edilmemiş. Meyl-i zulüm, hubb-i ne-
fis dehşetli meydan alıyor.
evet,
ene
ve
enaniyet’
in eşkâl-i habisesi olan hod-
gâmlık, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inat o meyle
âdil:
adaletli olan, hakkı gözeten.
aksülamel:
tepki, ters etki.
âlim:
bilen, bilgili, bilgin.
azimet:
kesin niyet, güçlü irade.
bakıye-i iştiha-i şevk:
bir şeye
karşı duyulan şiddetli istekten geri
kalan.
bazen:
ara sıra.
becayiş etmek:
değişmek.
beşer:
insanlık.
dair:
alâkalı, ilgili.
dehşetli:
korkunç.
düstur-i kur’ânî:
Kur’ân’ın ortaya
koyduğu kaide.
emsile:
meseleler; örnekler.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
ene:
benlik, ben.
eşkâl-i habise:
pis, kötü şekiller,
biçimler.
fıtraten:
yaratılış itibarıyla.
garip:
şaşılacak.
gurur:
kendi yüksek ve değerli tu-
tarak böbürlenme.
günahkâr:
günahlı, günah işleyen.
güya:
sanki.
halef:
birinin yerine geçen, birinin
yerini tutan, soy, nesil.
Hanbelî:
Hanbelî mezhebine men-
sup.
Hanefî:
Hanefî mezhebine men-
sup.
hodbin:
yalnız kendini ön plâna çı-
karmak, bencillik.
hodendiş:
yalnız kendisi için endi-
şe duyan.
hodgâmlık:
keyfini düşünmek,
bencil.
hubb-i nefis:
nefsini sevmek.
husumet:
düşmanlık.
inat:
direnme, direnç.
kabiliyet-i zulüm:
zulüm yapma
istidadı.
kâmil:
tam, olgun, mükemmel.
kaza-i vatar etmek:
ihtiyacını gi-
derme, işini yapıp bitirme.
kuva:
hisler, melekeler.
küffar:
kâfirler.
lâkayt Jön:
dinî konularda hassas
olmayan Jön Türkler.
mahiyet-i insaniye:
insanın niteli-
ği, iç yüzü.
mebde-i hürriyet:
II. Meşrutiyetin
başlangıcı.
mebdei:
evveli, başlangıcı.
meslek:
yol, usul, gidiş; sanat, ge-
çim için tutulan yol.
mevki:
makam.
meydan almak:
gelişmek, yayıl-
mak.
meyil:
yönelme.
meyl-i teceddüt:
yenilenme, yeni
hale gelme arzusu.
meyl-i zulüm:
hak çiğneme, karşı-
sındakini ezme isteği.
mutaassıp:
körü körüne bağlı
olan.
müncer:
varıp sona eren, neticele-
nen.
müsahele:
kolaylaştırma.
müsamaha:
hoş görme, gör-
mezlikten gelme, tolerans.
müyul:
meyiller, eğilimler.
nakıs:
kusurlu, noksan.
nihayet:
son, sonunda.
ruhsat:
normal bir durum dı-
şındaki şartlarla ilgili hüküm.
salâbet:
metanet, manevî
kuvvet, dayanma, sebat.
selef:
bir hâl ve mevkide diğe-
rinden önce bulunmuş olan
kimse; ata, ced.
sır:
incelik; hikmet.
sırr-ı düstur:
kaidenin sebebi,
hikmeti.
siyaset-i şahsiye, cemaatiye,
milliye:
ferde, topluma millete
ait siyaset görüşü.
taassup:
körü körüne bağlılık.
tahdit etmek:
sınırlandırmak.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tatmin:
doyurma, ihtiyacını
karşılama.
tevarüs:
birinden diğerine irsî
olarak geçme.
tezyit eylemek:
arttırmak.
velet:
çocuk, evlât.
zalim:
zulmeden.
zıt:
karşıt.
s
ünuHaT
| 478 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Hiç bir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En’am Suresi: 164.)
2.
Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir. (Ahzab Suresi: 72.)
1...,468,469,470,471,472,473,474,475,476,477 479,480,481,482,483,484,485,486,487,488,...790
Powered by FlippingBook