kudret-i ezeliyenin feyz-i tecellisi ve eser-i ibdaı olan
kâinattaki kuvvetten umum zerrata her bir zerreye birer
zerre-i cazibe halk ve ihsan ederek ve ondan kâinatın ra-
bıtası olan müttehit, müstakil, muhassal cazibe-i umumi-
yeyi inşa ve icat etmiştir. nasıl ki, zerratta reşahat-ı kuv-
vet olan cazibelerin muhassalası bir cazibe-i umumiye
vardır. o da kuvvetin ziyasıdır. İzabesinden neş’et eden
bir istihale-i lâtifesidir.
kezalik, kâinata serpilmiş katarat ve lemaat-ı hayatın
dahi muhassalı bir hayat-ı umumiye var olmak gerektir.
Hayat varsa ruh da vardır. öteki gibi, münteha-i ruh, bir
mebde-i ruhun cilve-i feyzidir. o mebde-i ruh dahi Ha-
yat-ı ezeliye’nin tecellisidir ki, lisan-ı tasavvufta hayat-ı
sâriye tesmiye ederler. İşte ehl-i istiğrakın iştibahının se-
bebi ve şatahatın menşei şu zılli asla iltibas etmeleridir.
a a a
l
äGn
ƒr
en
G $G p
?«/
Ñn
°S »/
a o
?n
àr
?o
j r
øn
ªp
d Gƒo
dƒo
?n
J n
’n
h
(1)
n
¿ho
ôo
©r
°ûn
J n
’ r
øp
µ`'
`dn
h l
ABÉ` n
«r
Mn
G r
?n
H
(2)
Gƒo
JÉn
e Én
e l
AÉn
« r
Mn
G r
º o
¡s
`fn
G n
¿h o
ô o
© r
°ûn
j r
º o
¡ s
æp
µ
`'
`d :r
…n
G
Şehit kendini hayy bilir.
(HaşİYe)
Feda ettiği hayatı seke-
ratı tatmadığından gayr-i münkatı ve bâkî görüyor. Yal-
nız daha nezih olarak buluyor. Başka meyyite nispeti şu-
na benzer ki, iki adam rüyada lezaizin envaına cami bir
HaşİYe:
Acip bir vakıa şu manaya bana kat’î kanaat vermiştir.
acip:
hayrette bırakan.
adam:
kişi, şahıs.
bâkî:
kalıcı ve devamlı.
cami:
toplayan, içine alan, ihtiva
eden.
cazibe:
çekim gücü.
cazibe-i umumiye:
genel çekim
kanunu.
cilve-i feyiz:
bolluk tecellisi, cilve-
si.
dahi:
üstün zekâlı, çok bilgili.
ehl-i istiğrak:
manevî bir coşkun-
lukla kendinden geçmiş hâle giren
zatlar.
enva:
türler, cinsler, neviler.
eser-i ibda:
benzersiz, eşsiz eser,
yoktan var edilen.
feda etmek:
gözden çıkarma, uğ-
runa verme.
feyz-i tecelli:
tecelliden doğan be-
reket, irfan, kudret.
gayr-i münkatı:
devamlı, fasılasız,
kesintisiz.
halk:
yaratma, yaratış.
haşiye:
dipnot.
hayy:
hayat, canlı, diri.
Hayat-ı Ezeliye:
ezelî olan Allah’ın,
başlangıcı ve sonu olmayan haya-
tı.
hayat-ı sariye:
varlıkların hayatı-
nın İlâhî hayatın sirayetiyle var ol-
ması şeklindeki vahdetülvücutçu
görüş.
hayat-ı umumiye:
toplum hayatı,
umuma ait olan hayat.
icat etmek:
vücuda getirmek,
yoktan var etmek.
ihsan etmek:
bağışlamak, ikram
etmek.
iltibas etmek:
karıştırma.
inşa:
vücuda getirme; bina ederek
yaratma.
istihale-i lâtife:
güzel bir şekilde
bir hâlden başka bir hale geçme.
iştibah:
şüphelenme, şüphe etme,
kuşkulanma.
izabe:
eritme, eritilme.
kanaat:
yeterli bulma, şükür.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
katarat:
katreler, damlalar.
kezalik:
bu da öyle.
kudret-i ezeliye:
başı-sonu olma-
yan sonsuz İlâhî kudret, kuvvet.
lemaat-i hayat:
hayat parıltıları.
lezaiz:
zevkler, lezzetler.
lisan-ı tasavvuf:
tasavvuf ehline
özgü dil.
mebde-i ruh:
ruhun başlangıcı, ru-
hun kaynağı.
menşe:
esas, kaynak.
meyyit:
ölü, cenaze.
muhassal:
elde edilen.
münteha-i ruh:
ruhun sonu: ru-
hun akıbeti, neticesi.
müstakil:
bağımsız.
müttehit:
ittihat etmiş, birleşmiş,
birlik oluşturmuş.
neş’et etmek:
meydana gelmek,
ortaya çıkmak.
nezih:
hoş, güzel.
nispet:
oran, kıyaslama.
rabıta:
bağ.
reşahat-ı kuvvet:
kuvvet
damlaları, sızıntıları.
ruh:
cevher, can.
sekerat:
ölmek üzere olan bir
kişinin kendinden geçmesi.
sirayet:
bulaşma, birinden
diğerine geçme.
şatahat:
manevî sarhoşluk ve
cezbe hâlinde iken söylenen
şeriata aykırı sözler.
şehit:
Allah ve dininin adını
yüceltmek için savaşta canını
feda ederek ölen Müslüman.
tecelli:
görünme, yansıma.
tesmiye etmek:
adlandırmak,
isim vermek.
umum:
bütün, genel.
vakıa:
hâdise, olay.
zerrat:
zerreler, atomlar, mo-
leküller.
zerre:
en küçük parça.
zerre-i cazibe:
çekim gücü
parçası, zerresi.
zıll:
gölge.
ziya:
ışık.
s
ünuHaT
| 468 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin. Doğrusu onlar diridirler; Lâkin siz farkına vara-
mazsınız. (Bakara Suresi: 154.)
2.
Yani: Onlar kendilerini ölmemiş diriler olarak hissediyorlar.