Hristiyan, ne derece dinde mütesallip ise, o derece mev-
kiini muhafaza ve enaniyeti okşar, kibrinde imtiyazından
fedakârlık etmez, belki kazanır.
Bir Müslim ne derece dine mütemessik ise, o derece
kibrinden, gururundan, hatta izzet-i rütebîden fedakârlık
etmek gerektir.
öyle ise kendini havas zanneden zalimlere, mazlûmîn
ve avamın hücumuyla,
Hristiyanlık havassın tahakkümüne yardım ettiğinden
parçalanabilir. İslâmiyet ise, dünyevî havastan ziyade
avamın malı olduğundan, esasat itibarıyla müteessir ol-
mamak gerektir.
a a a
(1)
u
»n
?r
G n
øp
e n
âu
«n
`Ÿr
G o
êp
ôr
îo
`jn
h p
âu
«n
`Ÿr
G n
øp
e s
»n
?r
G o
êp
ôr
îo
j
pek çok desatir-i külliye ve bir kısım desatir-i ekserîyi
tazammun eder; ferde, cemaate, nev’e, mesleğe şamil-
dir. Yalnız ekserî düsturların mâsadakatından bir-iki mi-
sal zikredeceğiz.
lâkayt emevîlik nihayet sünnet Cemaate, salâbetli
Alevîlik nihayet rafızîliğe dayandı.
Hem, zalime karşı miskinliği esas tutan Hristiyanlık ni-
hayet tecellüt, cebbarlıkta; ve zalime karşı cihad, izzet-i
nefsi esas tutan İslâmiyet –eyvah!– nihayet miskinlikte
karar kıldı.
hücum:
saldırma.
imtiyaz:
fark, ayrıcalık, üstünlük.
islâmiyet:
Müslümanlık.
itibarıyla:
bakımından.
izzet-i nefis:
insanın kendi vakar
ve haysiyetini korumaya özen
göstermesi.
izzet-i rütebî:
rütbeden makam-
dan doğan izzet.
karar kılmak:
bir çok şey ve hu-
sustan birini seçmek, biri üzerinde
durmak.
kibir:
gururluluk.
lâkayt Emevîlik:
Arab milliyetçili-
ğini esas alarak dine uzak duran
Emevî Devleti yönetimi.
lâkayt:
ilgisiz, aldırış etmeyen.
mâsadak:
tasdik edilen, tasdik
olunan husus; uygun.
mazlûmîn:
zulüm görmüş kimse-
ler.
meslek:
yol, usul, gidiş; sanat, ge-
çim için tutulan yol.
mevki:
makam.
misal:
benzer, örnek.
miskin:
âciz, beceriksiz; uyuşuk,
tembel.
miskinlik:
uyuşukluk, tembellik,
hareketsizlik.
muhafaza:
koruma.
müslim:
İslâm dininden olan, Müs-
lüman.
müteessir olmak:
teessüre kapıl-
mak, duygulanmak, etkilenmek.
mütemessik:
bir şeyi sımsıkı tu-
tan, yapışan.
mütesallip:
katılaşmış, sertleşmiş.
nev:
sınıf.
nihayet:
son, sonunda.
rafızîlik:
dinin sünnete uygun yo-
rumlarından sapan.
salâbetli:
metanet, manevî kuv-
vet, dayanma, sebat.
sünnet Cemaat:
Ehl-i Sünnet ve
Cemaat itikadında olanlar.
şamil:
kapsayan, içine alan.
tahakküm:
zorbalık etme, zorla
hükmetme, baskı.
tazammun etmek:
içine almak,
içermek.
tecellüt:
inat, direnme.
zalim:
zulmeden.
zannetmek:
sanmak, kesin olarak
bilmeksizin kuvvetli ihtimalle hük-
metmek.
zikretmek:
bildirmek.
ziyade:
pek fazla.
alevîlik:
Hz Ali’nin dolayısıyla
Peygamberimizin soyundan
gelenlere sevgi duymayı en iyi
yol kabul eden kimselerin an-
layışı.
avam:
kültürlü, yüksek taba-
kadan olmayan; sıradan halk
tabakası.
belki:
öyledir, muhakkak ki.
cebbarlık:
zorba, zorlayıcı,
cebreden, zor kullanan.
cemaat:
topluluk.
cihad:
Allah yolunda malla ve
canla düşmana karşı savaş-
mak.
derece:
ölçü, miktar.
desatir-i ekserî:
çoğunlukla il-
gili kanun ve düsturlar.
desatir-i külliye:
bütünü ilgi-
lendiren, genel geçer kanun
ve düstur.
dünyevî:
dünya ile ilgili.
düstur:
kanun, kaide.
ekser:
büyük kısım.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
esas:
asıl.
esasat:
esaslar, temeller.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
fert:
birey.
gurur:
kendi yüksek ve değer-
li tutarak böbürlenme.
havas:
marifet ve yaşayışça
üstün olan, üst tabaka.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 477 |
s
ünuHaT
1.
Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarır. (Rum Suresi: 19.)