inzimam etse, öyle ekberü’l-kebairi icat eder ki, daha be-
şer ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil ol-
duğu gibi, cezası da yalnız cehennem olabilir.
evvelâ, şahıs itibarıyla, bir şahıs çok evsafa camidir.
onların içinde bir sıfat adaveti celp etse, birinci ayetteki
kanun-i İlâhî iktiza eder ki, adavet o sıfata inhisar etsin,
mecma-ı evsaf-ı masume olan şahsına yalnız acısın ve te-
cavüz etmesin.
Hâlbuki, o zalûm-i cehul, tabiat-ı zalimâne ile, bir ca-
ni sıfat için o evsaf-ı masumenin hakkına da tecavüz
edip, mevsufa da husumet, hatta onda da iktifa etmiyor,
akrabasına da, hatta meslektaşına da zulmünü teşmil
eder.
Bir şeyin müteaddit esbabı olduğundan olabilir, o cani
sıfat da kalbin fesadından değil, belki hariç bir sebebin
neticesidir. o hâlde sıfat caniye değil, kâfire de olsa, o
zat cani olamaz.
Cemaat itibarıyla görüyoruz ki: Bir şahs-ı muhteris, bir
intikamla veya müntakim bir muhalefetle, arzuyu tazam-
mun eden bir fikirle demiş ki: “İslâm parçalanacak veya-
hut hilâfet mahvolacak.” sırf o meş’um sözünü doğru
göstermek, gururiyetini, enaniyetini tatmin etmek için
İslâm’ın perişaniyetini –eliyazübillâh– uhuvvet-i İslâmiye-
nin boğulmasını arzu eder. Hasmın zulm-i kâfirânesini,
hayale gelemez cerbezeli tevillerle adalet suretinde gös-
termek ister.
intikam:
öç alma.
inzimam etmek:
birbirine ilâve
olunma, katılma, eklenme.
itibarıyla:
bakımından.
kâfir:
Allah’ı inkâr eden, dinsiz,
imansız.
kanun-i ilâhî:
İlâhî irade, İlâhî ka-
nun.
lüzum:
gereklilik.
mahvolmak:
sona ermek, yok ol-
mak, perişan olmak.
mecma-i evsaf-ı masume:
suçsuz
niteliklerin bir arada bulunduğu
yer.
meslektaş:
aynı meslekten olan.
meş’um:
uğursuz.
mevsuf:
nitelenmiş, bir sıfat ile
tavsif edilmiş, vasıflanmış.
muhalefet:
ayrılık, aykırılık, karşı
çıkış.
müntakim:
intikam alan.
müteaddit:
birden fazla.
netice:
sonuç.
perişaniyet:
perişanlık.
sıfat:
nitelik.
sırf:
sadece, yalnız.
şahıs:
kişi, kimse, fert.
şahs-ı muhteris:
ihtiraslı hırslı kişi.
tabiat-ı zalimâne:
zulüm edici
huy, zalimlik karakteri.
tatmin etmek:
doyurmak, doy-
gunluğa ulaştırmak.
tazammun etmek:
içine almak,
içermek.
tecavüz etmek:
haddini aşmak,
zarar vermek.
teşmil etmek:
yaymak, genişlet-
mek, şümullendirmek.
uhuvvet-i islâmiye:
İslâm kardeş-
liği.
zalûm-i cehul:
aşırı derecede cahil
ve kıyıcı, zalim.
zat:
kişi.
zulm-i kâfirâne:
küfür karanlığı,
küfürden gelen karanlık.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa, iş-
kence.
adavet:
düşmanlık.
arzu:
bir şeye karşı duyulan is-
tek, heves.
belki:
öyledir, muhakkak ki.
beşer:
insanlık.
cami:
toplayan, içine alan, ihti-
va eden.
cani:
acımasız, gaddar.
celp etmek:
çekmek.
cemaat:
topluluk.
delil:
ipucu, alâmet.
ekberü’l-kebair:
büyük gü-
nahların en büyüğü.
eliyazübillâh:
Allah esirgesin,
Allah korusun!.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
esbap:
sebepler.
evsaf:
vasıf, nitelik.
evsaf-ı masume:
günahsız,
masum özellikler.
evvelâ:
birinci olarak, her şey-
den önce, ilk önce.
fesat:
bozgunculuk.
fikir:
görüş, mülâhaza, kanaat.
gururiyet:
kibirlilik, kendi yük-
sek ve değerli tutarak böbür-
lenmek.
hâlbuki:
oysa, oysa ki.
hâlde:
durumda.
hariç:
dış.
hasım:
muhalif, karşı taraf,
düşman.
hilâfet:
halifelik, Peygamberi-
mizin vekili olarak din ve dün-
ya işlerinde umumî reislik.
husumet:
düşmanlık.
icat etmek:
işlemek, yapmak,
meydana getirmek.
iktifa etmek:
yeterli bulmak,
yetinmek.
iktiza etmek:
gerekmek, ge-
reklilik.
inhisar etmek:
ait olmak, tah-
sis olmak.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 479 |
s
ünuHaT