sun’î tasarrufat-ı beşeriye ise, fıtratta cari olan neva-
mis-i İlâhînin sereyanlarını keşifle, tevfik-i hareket edip,
lehinde istimal etmektir.
İşte bu derece bürhanda vuzuh, parlaklık kur’ân’ın ru-
muz-i i’cazındandır. gelecek ayet bunu ispat edecektir.
(1)
m
In
óp
MGn
h m
¢ùr
Øn
æn
c s
’p
G r
ºo
µo
ãr
©n
H n
’n
h r
ºo
µo
?r
?n
NÉn
e
zira kudret zatiyedir, acz tahallül edemez; melekûtiye-
te taallûk eder, mevani tedahül edemez; nispeti kanunî-
dir, cüz ve küll, cüz’î ve küllî hükmüne geçer.
Birinci Nokta:
kudret-i ezeliye zat-ı Akdes’e lâzıme-i za-
ruriye, naşie-i zatiyedir. Acz zıddı olduğundan, bizzarure,
zaruriye-i zatiye ile zıddının melzumu olan zata arız olmaz.
Madem zata arız olamaz; kudrete bizzarure tahallül ede-
mez. Madem ki tahallül edemez; kudrette meratip bizza-
rure olamaz. zira meratibin vücudu ezdadın tedahülüyle-
dir. Meselâ, hararette meratip bürudetin tahallülüyledir,
hüsündeki derecat kubhun tedahülüyledir.
(2)
...G v
ô n
L s
ºo
?n
gn
h
Mümkinatta hakikî lüzum-i zat-ı tabiî olmadığından,
kâinatta ezdat birbirine girebilmiş; meratip tevellüt edip,
ihtilâfatla tagayyürat neş’et etmiştir.
Madem ki kudrette meratip olamaz; makdurat dahi
bizzarure kudrete nispeti bir olur, en büyük en küçüğe
müsavi, zerrat yıldızlara emsal olur.
İkinci Nokta:
kâinatın iki ciheti var –âyinenin iki vechi
gibi: Biri mülk, biri melekûtiyet.
olmayan sonsuz İlâhî kudret, kuv-
vet.
küll:
hep, bütün, tamam.
küllî:
bütüne ait.
lâzıme-i zaruriye:
mutlak gerekli
olan şey.
leh:
hakkında, onun için, onun fay-
dasına.
lüzum-i zat-ı tabiî:
tabiatın kendi-
ne, zatına ait yapısal zorunluluk.
madem:
değil mi ki.
makdurat:
Allah tarafından takdir
edilen, kader icabı olan (şey).
melekûtiyet:
her şeyin doğrudan
Allah’ın ilim, hikmet ve kudretine
bakan, sebeplerin müdahale ede-
mediği aslı, esası, iç yüzü.
melzum:
lüzumlu kılınmış, bir şey-
den meydana gelen, bir şeyin ica-
bı olan.
meratip:
mertebeler.
meselâ:
örneğin, misal olarak.
mevani:
mâniler, engeller.
mülk:
bir şeyin dış yüzü.
mümkinat:
yaratılanlar, mümkün
olanlar, imkân dâhilindekiler, ola-
bilir şeyler.
müsavi:
eşit, denk.
naşie-i zatiye:
kendisinden kay-
naklanan.
neş’et etmek:
meydana gelmek,
ortaya çıkmak.
nevamis-i ilâhî:
Allah’ın kâinata
koyduğu kanunlar.
nispet:
kıyaslama, oran.
nokta:
konu, husus.
rumuz-i i’caz:
mu’cizelik belirtisi
olan işaretler.
sereyan:
dağılma, yayılma, geç-
me, sirayet, işleyiş.
sun’î:
yapmacık, uydurma, sahte.
tagayyürat:
değişmeler, başkalaş-
malar, bozulmalar.
tahallül etmek:
içine girmek, hu-
lûl etmek.
tasarrufat-ı beşeriye:
insanlığın
kullanma hakkı, sahipliği.
tedahül:
bir yere dahil olma.
tevellüt etmek:
doğmak.
tevfik-i hareket etmek:
hareke-
tin uygunluğu; uygun davranışta
bulunmak.
vecih:
yön, taraf.
vuzuh:
açıklık, anlaşılırlık.
vücut:
var olma, varlık.
zaruriye-i zatiye:
zata ait zorunlu-
luk, başkasından alınmamış zo-
runluluk.
zat:
kişi.
Zat-ı akdes:
her türlü kusur ve
noksandan uzak ve pak olan zat;
Allah.
zatiye:
kendinden kaynaklanan.
zerrat:
zerreler, atomlar, molekül-
ler.
zıt:
bir şeyin aksi, tersi.
zira:
çünkü.
acz:
güçsüzlük.
arız olmak:
sonradan olmak,
sonradan meydana gelmek.
âyine:
ayna.
bizzarure:
zarurî olarak, zo-
runlu olarak.
bürhan:
delil.
bürudet:
soğukluk.
cari:
geçerli, yürürlükte.
cihet:
yön.
cüz:
birey, fert.
cüz’î:
parçaya ait.
derecat:
dereceler.
derece:
mertebe.
emsal:
denk, eş.
ezdat:
zıtlar, tezatlar.
fıtrat:
yaratılış, tabiat.
hararet:
sıcaklık.
hükmüne:
yerine; değerine.
hüsün:
güzellik.
ihtilâfat:
birbirine zıt ve farklı
şeyler, farklılıklar.
ispat etmek:
delillendirme,
kanıtlamak.
istimal etmek:
kullanmak.
kanunî:
kanunla ilgili.
keşif:
meydana çıkarma.
kubuh:
çirkinlik.
kudret:
İlâhî güç, kuvvet.
kudret-i ezeliye:
başı-sonu
Eski said dönEmi EsErlEri
| 473 |
s
ünuHaT
1.
Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Lokman Su-
resi: 28.)
2.
Gerisini sen anla.