Hayat muhassal-ı mazbuttur, görünür; rızık gayr-i mu-
hassal, tedricî münteşirdir, düşündürür. Bir nokta-i na-
zarda denilebilir: Açlıktan ölmek yoktur. zira şahm ve
sair surette iddihar olunan gıda bitmeden evvel ölüyor.
demek, terk-i âdetten neş’et eden maraz öldürür, rızık-
sızlık değil.
a a a
(HaşİYe)
(1)
o
¿Gn
ƒn
«n
?r
G n
»p
¡n
d n
In
ôp
N'
’r
G n
QGs
ódG s
¿p
Gn
h
küremiz, hayvana benziyor; âsâr-ı hayatı gösteriyor.
Acaba yumurta kadar küçülse bir nevi hayvan olmaya-
cak mıdır? Veya bir mikrop küre kadar büyüse ona ben-
zemeyecek mi? Hayatı varsa, ruhu da vardır.
İnsan-ı ekber olan âlem, tazammun ettiği manzume-i
kâinat o derece hassasiyet ve âsâr-ı hayat gösteriyor ki,
bir cesetteki aza, ecza, zerrat, izhar ettikleri tesanüt, te-
cazüp, teavünden daha ziyade muntazam, muttarit, mü-
kemmel âsârı gösteriyor.
Acaba âlem insan kadar küçülse, yıldızları zerrat ve
cevahiri fert hükmüne geçse, o da bir hayvan-ı zîşuur ol-
mayacak mıdır? Şu ayet dehşetli bir sırrı telvih eder. kes-
retin mebdei vahdettir, müntehası da vahdettir. Bu bir
düstur-i fıtrattır.
kesret:
çokluk.
küre:
dünya.
küremiz:
dünyamız.
manzume-i kâinat:
kâinatta var
olan düzen.
maraz:
hastalık; dert.
mazhar olmak:
nail olmak, kavuş-
mak.
mebde:
başlama, başlangıç.
mevat:
cansız şeyler.
muhassal-i mazbut:
kayıtlı netice,
elde edilen sonuç.
muntazam:
tertipli, düzenli.
muttarit:
muntazam, düzenli, sı-
ralı.
münteha:
son, nihayet.
münteşir:
dağınık, etrafa yayılmış.
neş’et etmek:
meydana gelmek,
ortaya çıkmak.
nevi:
çeşit, tür.
nokta-i nazar:
bakış açısı, görüş
açısı.
rızık:
canlının hayatını sürdürebil-
mesi için gerekli şeyler.
ruh:
cevher, can.
sır:
insanın aklının erişemediği İlâ-
hî hikmet.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şahm:
iç yağı, etler arasında bulu-
nan yağ.
tazammun etmek:
içine almak,
içermek.
teavün:
yardımlaşma, birbirine
yardım etme.
tecazüp:
birbirini çekme, karşılıklı
yakınlık hissetme.
tedricî:
yavaş yavaş, derece dere-
ce yapılan.
telvih etmek:
açıklamak, izah et-
mek.
terk-i âdet:
alışkanlığın terk edil-
mesi.
tesanüt:
dayanışma.
vahdet:
birlik ve teklik.
vesaire:
başkaları, bunun gibileri
ve benzerleri, diğerleri.
zerrat:
zerreler, atomlar, molekül-
ler.
zerre:
en küçük parça.
zira:
çünkü.
ziyade:
pek fazla.
ahiret:
öbür dünya, öteki dün-
ya, kıyametten sonra kurula-
cak olan âlem.
âlem:
dünya; kâinat.
âlem-i ahiret:
ahiret yurdu.
âsâr:
eserler.
âsâr-ı hayat:
hayat belirtileri,
işaretleri.
asıl:
esas olarak, gerçekte.
ayn-ı hayat:
hayatın kendisi,
asıl hayat.
aza:
organ, organlar.
ceset:
vücut, beden.
cevahir:
cevherler, özler.
dehşetli:
müthiş, insanda şaş-
kınlık uyandıran.
düstur-i fıtrat:
yaratılış kuralı.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
evvel:
önce.
fert:
birey.
gayr-i muhassal:
meydana
gelmemiş, elde edilmemiş.
hassasiyet:
ihtimamlılık, dik-
katlilik.
haşiye:
dipnot.
hayat-ı hakikiye:
gerçek ha-
yat.
hayvan-ı zîşuur:
şuur sahibi
hayvan.
hükmüne:
yerine.
iddihar olunan:
biriktirilen,
toplanan, saklanan.
insan-ı ekber:
en büyük in-
san.
izhar etmek:
açığa vurmak,
göstermek.
HaşİYe:
Hayat-ı hakikiye ancak âlem-i ahiretin hayatıdır. Hem o âlem
ayn-ı hayattır. Hiçbir zerresi mevat değildir. demek dünyamız da bir hay-
vandır.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 467 |
s
ünuHaT
1.
Asıl hayata mazhar olan ise ahiret yurdudur. (Ankebut Suresi: 64.)