Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 469

bahçede geziyorlar. Biri rüya olduğunu bilir, ehemmiyet
vermez. diğeri ise yakaza bilir, hakikî mütelezziz olur.
Âlem-i rüya, âlem-i misalin zılli ve o da âlem-i berza-
hın zılli olduğundan desatirleri mütemasildir.
a a a
¢n
SÉ s
ædG n
?n
àn
b Én
ª s
`fn
Én
µ`n
a ¢p
Vr
Qn
’r
G p
‘ m
OÉn
°ùn
a r
hn
G ¢ m
ùr
Øn
f p
ôr
«n
¨p
H Ék
°ùr
Øn
f n
?n
àn
b r
øn
e
(1)
É k
©«/
ªn
L¢n
SÉ s
ædG Én
`«r
Mn
G BÉ n
ª s
`fn
Én
µn
a Én
gÉn
`«r
Mn
G r
øn
en
h É k
©«/
ªn
L
Şu ayet haktır, akla münafi olamaz; hakikattir, müca-
zefe, mübalâğa, içinde bulunamaz. Hâlbuki, zahir düşün-
dürür.
BirinCi CÜmlE:
Adalet-i mahzanın en büyük düstu-
runu vazediyor. der ki: Bir masumun hayatı, kanı, hatta
umum beşer için olsa da heder olmaz. İkisi nazar-ı kud-
rette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir. Cüz’iya-
tın küllîye nispeti bir olduğu gibi, hakkın dahi mizanı
adalete karşı aynı nispettir. o nokta-i nazardan hakkın
küçüğü büyüğü olamaz.
lâkin adalet-i izafiye cüz’ü külle feda eder; fakat muh-
tar cüz’ün sarihan veya zımnen ihtiyâr ve rıza vermek
şartıyla.
ene
’ler
nahnü’
ye inkılâp edip, mezcî cemaat ru-
hu tevellüt ederek, külle feda olmak için fert zımnen rı-
zadâde olabilir.
Bazen nur, nâr göründüğü gibi şiddet-i belâgat da mü-
balâğa görünür. Şurada nükte-i belâgat üç noktadan te-
rekküp ediyor.
hâlbuki:
oysa, oysa ki.
heder:
dökülmesi suç sayılmayan
kan.
ihtiyâr:
irade, beyan, seçme, ter-
cih etme.
inkılâp etmek:
bir hâlden başka
bir hale geçme, değişme, dönüş-
me.
küll:
hep, bütün, çok, bir şeyin ta-
mamı.
küllî:
bütün olan.
masum:
suçsuz, günahsız.
mezç:
katma, karıştırma.
mizan-ı adalet:
adalet terazisi.
muhtar:
hareketinde serbest olan,
hür olan.
mübalâğa:
abartı.
mücazefe:
aldatma, cerbeze ile
karşısındakinin hakkını örtme.
münafi:
zıt, ters, aykırı.
mütelezziz:
lezzet alan.
mütemasil:
temasül eden, birbiri-
ne benzeyen, birbirine benzer, eş.
nahnü:
biz.
nâr:
ateş.
nazar-ı adalet:
İlâhî adalet açısın-
dan, İlâhî adalet nazarında.
nazar-ı kudret:
kudret açısından,
bakımından.
nispet:
kıyaslama, oran.
nokta:
konu, husus.
nokta-i nazar:
bakış açısı, görüş
açısı.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nükte-i belâgat:
belâgatteki ince
ve zarif mana.
rıza vermek:
razı olduğunu gös-
termek, söylemek.
rızadâde:
razı olmuş, rıza göster-
miş, kabul etmiş.
ruh:
cevher, can.
sarihan:
açıkça.
şart:
bir iş için mutlaka gerekli
olan şey.
şiddet-i belâgat:
belâgatin kuv-
vetliliği, fazlalığı.
terekküp etmek:
mürekkep ol-
mak, karışıp birleşmek, birden faz-
la şeyin birleşmesinden oluşmak.
tevellüt etmek:
doğmak.
umum:
bütün, genel.
vazetmek:
meydana getirmek,
ortaya koymak.
yakaza:
uyanıklık.
zahir:
görünüş, görüntü.
zıll:
gölge.
zımnen:
üstü kapalı şekilde.
adalet-i izafiye:
zamanın şart-
larının zorlaması neticesinde
kullanılan ve iki şerden hafif
olanına dayalı adalet.
adalet-i mahza:
tam adalet,
gerçek, kusursuz adalet.
âlem-i berzah:
kabir âlemi,
dünya ile ahiret arası.
âlem-i misal:
bütün varlıkların
ve olayların görüntülerinin
kaydedildiği âlem.
âlem-i rüya:
rüya âlemi.
bazen:
ara sıra.
beşer:
insanlık.
cemaat:
topluluk.
cüz’:
kısım, parça.
cüz’iyat:
bir şeyin parçaları.
desatir:
düsturlar, kurallar.
düstur:
kanun, kaide.
ehemmiyet:
önem, kıymet.
ene:
ben.
feda etmek:
gözden çıkarma,
uğruna verme.
fert:
birey.
fesat:
bozgunculuk.
hak:
hukukun ve geleneğin bir
kimseye tanıdığı şey, adalet,
hisse, pay.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 469 |
s
ünuHaT
1.
Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları
öldürmüş gibidir. Kim de birisinin hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gi-
bi olur. (Mâide Suresi: 32.)
1...,459,460,461,462,463,464,465,466,467,468 470,471,472,473,474,475,476,477,478,479,...790
Powered by FlippingBook