“evet, ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde, en
yüksek gür seda İslâm’ın sedası olacaktır!”
tekrar biri sordu:
“Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesi-
dir. Hangi fiiliniz ile kadere fetva verdirdiniz ki, şu musi-
betle hükmetti. Musibet-i amme ekseriyetin hatasına te-
rettüp eder. Hâzırda mükâfatınız nedir?”
dedim:
“Mukaddemesi üç mühim erkân-ı İslâmiyedeki ihmali-
mizdir: salât, savm, zekât.
“zira, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz
için Hâlık teâlâ bizden istedi. tembellik ettik, beş sene
yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrik ile bir nevi namaz
kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden
istedi. nefsimize acıdık, kefareten beş sene oruç tuttur-
du. ondan kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât
istedi. Buhl ettik, zulmettik, o da bizden müterakim ze-
kâtı aldı.
(1)
p
?n
ª n
©r
dG ¢p
ù r
æp
L r
øp
e o
A B G n
õ n
ér
dn
G
“Mükâfat-ı hâzıramız ise; fasık, günahkâr bir milletten
humsu olan dört milyonu velâyet derecesine çıkardı; ga-
zilik, şahadetlik verdi. Müşterek hatadan neş’et eden
müşterek musibet, mazi günahını sildi.”
Yine biri dedi:
“Bir amir, hata ile felâkete atmış ise?”
ve tayini.
kefaret:
işlenen bir günahın ya da
hatanın giderilmesi, affedilmesi
için verilen sadaka veya tutulan
oruç.
mazi:
geçmiş zaman.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı, güçlük,
zorluk.
mukaddeme:
başlangıç.
musibet:
felâket, dert, sıkıntı.
musibet-i amme:
umumî musi-
bet, genel olan, herkesi etkileyen
belâ, âfet, vs.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mükâfat:
değerlendirici, sevindiri-
ci davranış.
mükâfat-ı hâzıra:
hazır olan,
mevcut olan mükâfat, göz önünde
olan mükâfat.
müşterek:
birlikte, beraber.
müterakim:
biriken, birikmiş, top-
lanmış, yığılmış.
nefis:
insandaki bedenî canlılık;
yeme, içme, şehvet gibi biyolojik
ihtiyaçlara duyulan tabiî istek.
neş’et etmek:
meydana gelmek,
ortaya çıkmak.
netice:
sonuç.
nevi:
çeşit, tür.
salât:
namaz.
savm:
oruç.
seda:
ses.
şahadet:
şehitlik mertebesi.
tahrik:
hareket ettirme, harekete
geçirme.
talim:
alıştırmak için yapılan çalış-
mak, alıştırmak.
terettüp etmek:
sonuç olarak or-
taya çıkma.
ümitvar:
ümitli, uman, ümidi olan.
velâyet:
velîlik, ermişlik, Allah
dostluğu.
zekât:
İslâmın beş şartından biri;
Allah için malın belli bir kısmının
her yıl dağıtılması.
zira:
çünkü.
zulmetmek:
işi yerli yerince yap-
mamak.
amel:
iş, fiil, hareket.
amir:
emreden, iş gösteren,
buyuran, buyurucu.
buhl etmek:
cimrilik, pintilik,
el sıkılığı.
cinayet:
öldürme derecesinde
ağır suç.
derece:
mertebe.
ekseriyet:
çokluk, çoğunluk.
erkân-ı islâmiye:
İslâm’ın rü-
künları, farzları.
fasık:
Allah’ın emirlerine aykırı
hareket eden, günahkâr.
felâket:
musibet, sıkıntı doğu-
ran durum.
fetva:
şer’i hüküm veya karar.
fiil:
davranış, hareket.
gazi:
savaştan sağ ve muzaffer
dönen.
günahkâr:
günahlı, günah işle-
yen.
Hâlık Teâlâ:
yoktan yaratan,
her şeyi yoktan var eden, ya-
ratıcı; Allah.
hata:
kusur, yanlışlık yapma.
hums:
beşte bir.
hükmetmek:
hakkında karar
vermek.
ihmal:
önemsememe, gere-
ken ilgi ve önemi gerektiği şe-
kilde göstermeme.
ihsan etmek:
bağışlamak, ik-
ram etmek.
inkılâp:
değişim, dönüşüm.
istikbal:
gelecek zaman.
kader:
Cenab-ı Hakkın takdir
Eski said dönEmi EsErlEri
| 495 |
s
ünuHaT
1.
Amelin karşılığı kendi türünden bir şeyle verilir.