dediler: “Fırkacılık lâzım-ı meşrutiyettir.”
dedim: “Bizdekilerde hutut-i efkâr telâki için mütema-
yilen imtidada bedel, münharifen gittiğinden nokta-i te-
lâki vatanda, belki kürede görülmüyor. Vücut, adem gi-
bi, birinin vücudu ötekinin ademini ister.
“İnat bazen müfrit fırka mutaassıplarına, dalâl ve batı-
lı iltizam ettirir. Şeytan birisine yardım etse, ‘melek’der,
rahmet okutur. ötekinde melek görse, “libasını değiştir-
miştir” der, lânet eder. suizan ve hüsnüzan nazarıyla,
dürbünün iki tarafı gibi leh, aleyhtar... Vâhî emareyi bür-
han, bürhanı vâhî emare görür.
“İşte şu, zulümdür;
(1)
l
?ƒo
?n
¶n
d n
¿
Én
°ùr
fp
’r
G s
¿
p
G
sırrını gösterir.
zira hayvanın aksine olarak kuva ve meyilleri fıtraten
tahdit edilmemiş. Meyl-i zulüm hadsizdir. lâsiyyema
enenin eşkâl-i habisesi olan hodgâmlık, hodfikirlik, hod-
binlik, hodendişlik, gurur ve inat o meyle inzimam etse,
öyle ekberü’l-kebairi icat eder ki, daha beşer ona isim
bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi, ce-
zası da yalnız cehennem olabilir.
“Meselâ: Birisinin bir sıfatından darılsa, mecma-ı ev-
saf-ı masume olan şahsına, hatta ehibbasına, hatta mes-
lektaşına zulmünü teşmil eder.
(2)
i'
ôr
No
G n
Qr
Rp
h l
In
Qp
RGn
h o
Qp
õn
J n
’n
h
‘ya karşı temerrüt eder.
“Meselâ: Muhteris bir intikam veya müntakim bir
hilâf ile bir kere demiş: ‘İslâm mağlûp olacak, kalbi
hutut-i efkâr:
çok ve değişik fikir-
ler, fikir yolları.
hüsnüzan:
iyi zan, güzel kanaat.
iltizam etmek:
kendisi için gerekli
görmek.
imtidat:
uzama, uzayıp gitme;
uzun sürme.
intikam:
öç alma.
inzimam etmek:
birbirine ilâve
olunma, katılma, eklenme.
kuva:
hisler, melekeler.
küre:
dünya.
lânet etmek:
kovma, reddetme.
lâsiyyema:
hususan, özellikle, her
şeyden ziyade.
lâzım-ı meşrutiyet:
meşrutiyet
yönetiminin gereklerinden.
leh:
hakkında, onun için, onun fay-
dasına.
libas:
elbise.
lüzum:
gereklilik.
mağlûp:
yenilmiş, kendisine galip
gelinmiş.
mecma-i evsaf-ı masume:
bütün
suçsuz sıfatların toplandığı yer.
melek:
Allah’ın nurdan yarattığı
emirlerine tam itaat eden mahlûk.
meslektaş:
aynı meslekten olan.
meyil:
istek, arzu, yöneliş.
meyl-i zulüm:
hak çiğneme, karşı-
sındakini ezme isteği.
muhteris:
ihtiraslı, hırs sahibi, hırs-
lı.
mutaassıp:
kendi tarafını aşırılıkla
tutan.
müfrit:
ifrat eden, aşırıya kaçan.
münharifen:
sapan, doğru gitme-
yen, sapmış, çarpık.
müntakim:
intikam alan.
mütemayilen:
birbirine meylede-
rek, taraftar olarak.
nazarıyla:
bakışıyla, görüşüyle.
nokta-i telâki:
buluşma noktası;
bir araya gelip uzlaşma durumu.
rahmet:
acıma, merhamet etme.
sıfat:
nitelik.
sır:
İlâhî hikmet, incelik, püf nokta-
sı.
suizan:
kötü zan, şüphe.
şeytan:
lânetlenmiş varlık, iblis.
tahdit etme:
hudutlandırma, sınır-
lama.
telâki:
kavuşma.
temerrüt etmek:
inat etmek, kar-
şı koymak, hakkı kabulde diren-
mek.
teşmil etmek:
yaymak, genişlet-
mek, şümullendirmek.
vâhî emare:
önemsiz işaret, ipucu.
vücut:
var olma, varlık.
zalim:
zulmeden.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa, iş-
kence.
adem:
yokluk, hiçlik.
aleyh:
karşı, karşıt.
batıl:
doğru ve haklı olmayan.
bazen:
ara sıra.
belki:
öyledir, muhakkak ki.
beşer:
insanlık.
bürhanı:
delil.
dalâl:
doğru yoldan çıkmak,
sapmak.
ehibba:
habipler, dostlar, sev-
gililer.
ekberü’l-kebair:
büyük gü-
nahların en büyüğü.
ene:
benlik, ego.
eşkâl-i habise:
pis, kötü şekil-
ler, biçimler.
fırka:
cemaat, cemiyet; siyasî
parti.
fıtraten:
yaratılıştan.
günahkâr:
günahlı, günah işle-
yen.
hadsiz:
sınırsız.
hilâf:
anlaşmazlık, uyuşmazlık.
hodbinlik:
yalnız kendini dü-
şünmek, kendi menfaatini ön
plana çıkarmak.
hodendişlik:
yalnız kendi için
endişe etmek.
hodfikirlik:
kendi düşüncesin-
den başkasına önem verme-
mek.
hodgâmlık:
keyfini düşün-
mek, bencillik.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 499 |
s
ünuHaT
1.
İnsan ise şüphesiz ki, çok zalimdir. (İbrahim Suresi: 34.)
2.
Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En’am Suresi: 164.)