reddine kalkışırsa,
(1)
$G »p
a ¢ o
†r
¨ o
Ñr
dn
G
suistimal ederse, o va-
kit ihtilâf zarardır. Yoksa
(2)
$G »p
a t
Ö o
ër
dn
G
düsturunu esas
tutsa, tekâmülde teavün kanununu bilse, şeriatın vüs’ati-
ni, tabipliğini düşünse, ihtilâf imtizaca sebep olur.
elhâsıl:
herkes kendi mesleğine “hüve hakkun” de-
meli, “hüve’l-hak” dememeli. Veyahut “hüve’l-ahsen”
demeli, “hüve’l-hasen” dememeli.
ey sail-i misalî! Cevab-ı mûcez istedin; ben de mücmel
cevap verdim. İzahı istersen, birçok mücellet lâzım gelir.
İşte şu anasır-ı seb’anın yalnız birinci unsurun ikinci
cüz’ü olan nazmın cezaletini beyan etmek için,
işaratü’l-
i’caz
namındaki tefsirimi irae ediyorum. zira bütün o tef-
sir, ancak nazmın cezaletinin bir kısmını şerh edebilmiş-
tir.
İkinciSual:
ki cevap, yarısı beyaz, yarısı siyahtır.
dedi ki: “Bürhanınıza şekk-i itiraz geldikçe imanınız sar-
sılmaz mı? Bu ma’reke-i evham olan istidlâliyatla taharri
zarar vermez mi?”
Elcevap:
eğer neticeyi bürhan ile bağlı, onunla ikame
ve ispat suretiyle olsa ve tahakkuk-ı hakaika ayar tut-
makla adem-i delilden adem-i medlûlü tevehhüm etse za-
rar olur. Hâlbuki, iman incecik bir bürhana yüklenmez.
Belki öyle bir hadse bina ve istinat eder ki; o hads öyle
menabiden kuvvet ve öyle maadinden ışık alır ki, söndü-
rülmesi, kâinatın söndürülmesidir.
adem-i delil:
delilsizlik, delil yok-
luğu.
adem-i medlûl:
ispatlanan, kanıt-
lanan şeyin yokluğu.
anasır-ı seb’a:
yedi unsur.
ayar tutmak:
ölçü almak.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
bina etmek:
bir şey üzerine daya-
mak, oturtmak, istinat ettirmek.
bürhan:
delil.
cevab-ı mûcez:
veciz olan kısa ce-
vap.
cezalet:
ahenkli, akıcı ve güzel ifa-
de.
cüz’ü:
parçası.
düstur:
kanun, kaide.
elcevap:
cevap olarak.
elhâsıl:
sonuç olarak, özetle.
hads:
zihnin bir şeyi vasıtasız, bir-
denbire ve bir bütün hâlinde kav-
rayarak bilmesi durumu, seziş.
hâlbuki:
oysa ki.
hüve hakkun:
o da haktır, o da bir
haktır.
hüve’l-ahsen:
o da güzeldir.
hüve’l-hasen:
güzel odur.
hüve-l hak:
hak odur.
ihtilâf:
anlaşmazlık, uyuşmazlık,
karışıklık, ikilik.
ikame:
meydana koyma, vücuda
getirme.
iman:
inanç.
imtizaç:
kaynaşmak, uygun ve
mutabık olmak, mezcolmak,
uyuşmak, iyi geçinmek.
irae etmek:
göz önüne koymak,
göstermek.
işaratü’l-i’caz:
Risale-i Nur külliya-
tından bir kitap.
ispat:
delillendirme, kanıtlama.
istidlâliyat:
muhakemeler, akıl
yürütmeler; bir delile dayanarak
bir şeyden sonuç çıkarmalar.
istinat etmek:
dayanmak.
itiraz:
kabul etmediğini belirtme,
karşı çıkma.
kâinat:
dünya, varlıklar.
kuvvet:
güç, kudret.
lâzım:
gerek.
ma’reke-i evham:
kuruntu ve
vesveselerin çarpışma yeri.
maadin:
madenler.
menabi:
kaynaklar, pınarlar.
meslek:
usul, gidiş mezhep, ma-
neviyatta tutulan yol.
mücellet:
ciltli (kitap).
mücmel:
özetlenmiş.
nam:
ad, isim.
nazım:
kafiyeli, vezinli söz.
netice:
sonuç.
sail-i misalî:
varlığı kabul edi-
len, temsilî bir soru soran.
şerh etmek:
açıklamak, izah
etmek.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
suistimal:
kötüye kullanma.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tabiplik:
tedavi edicilik.
tahakkuk-ı hakaik:
gerçekle-
rin meydana çıkması.
taharri:
arama, araştırma, in-
celeme, tahkik etme.
teavün:
yardımlaşma, birbiri-
ne yardım etme.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, Kur’ân’ın şerhi.
tekâmül:
olgunlaşma, mü-
kemmelleşme evrim.
tevehhüm etmek:
vehimlen-
mek, kuruntuya kapılmak ger-
çekte var olmayanı var kabul
etmek, yok olanı var zannet-
mekle ümitsizliğe ve korkuya
düşmek.
vakit:
zaman.
vüs’at:
güç, kudret.
zarar:
ziyan, kayıp, eksiklik.
zira:
çünkü.
r
umuz
| 510 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Allah için buğzetmek.
2.
Allah için sevmek.