w
(1)
$G o
?ƒ o
°S n
Q G k
ó s
ªn
ë o
e s
¿n
G o
ón
¡r
°Tn
G n
h*G s
’ p
G n
¬'
d p
G n
’ r
¿n
G o
ón
¡r
°Tn
G
Bu kelime-i âliye üssülesas-ı İslâmiyet olduğu gibi, kâi-
nat üstünde temevvüç eden İslâmiyet’in en nuranî ve en
ulvî bayrağıdır.
evet, misak-ı ezeliye ile peyman ve yeminimiz olan
iman, bu menşur-i mukaddeste yazılmıştır.
evet, âb-ı hayat olan İslâmiyet ise bu kelimenin aynü’l-
hayatından nebean eder.
evet, ebede namzet olan nev-i beşer içinde saadetsa-
ray-ı ebediyeye tayin ve tebşir olunanın ellerine verilmiş
bir ferman-ı ezelîdir.
evet, şu kelime kalb denilen avalim-i gayba karşı olan
penceresinde kurulmuş olan lâtife-i rabbaniyenin âyine-
sine in’ikâs eden sultan-ı ezelî’nin tecellisini ilân eden
bir harita-i nuraniyesidir ve tercüman-ı beliğidir.
evet, vicdanın esrarengiz olan nutk-ı beliğânesini cemi-
yet-i kâinata karşı vekâleten inşad eden vicdanın hatib-i
fasihi ve kâinata Hâkim-i ezelî’yi ilân eden imanın mü-
belliğ-i beliği olan lisanın elinde bir menşur-i lâyezalîdir.
Bu kelime-i Şahadetin iki kelâmı birbirine şahid-i sa-
dıktır ve birbirini tezkiye eder. evet, ulûhiyet nübüvvete
olmayan ferman, bildiri.
menşur-i mukaddes:
mukaddes
ferman. (kelime-i şahadet kaste-
dilmektedir).
misak-ı ezeliye:
ezelî sözleşme;
Allah’ın ruhları yarattığı zaman,
onlara, “Ben sizin Rabbiniz değil
miyim?” dediğinde ruhların, “Evet,
Rabbimizsin” diye cevap vermeleri
hâdisesi.
mübelliğ-i beliğ:
noksansız ve gü-
zel bir şekilde, belâgatli konuşarak
tebliğ eden, haber veren.
namzet:
aday.
nebean etmek:
kaynamak, fışkır-
mak.
nev-i beşer:
insan soyu, insanlar.
nuranî:
nurlu.
nutk-i beliğâne:
yerinde ve güzel
anlatım, ifade.
nübüvvet:
nebîlik, peygamberlik.
peyman:
yemin, and, kasem.
rahman:
her an bütün mahlûkatı-
na ihtiyacı olan bütün nimetleri
Allah.
rahîm:
sonsuz merhamet ve şef-
kati olan Allah.
resul:
kendisine kitap indirilen Al-
lah elçisi, peygamber.
saadetsaray-ı ebediye:
ebedî
saadet sarayı, sonsuz olarak kalı-
nacak mutluluk sarayı.
sultan-ı Ezelî:
ezelî sultan olan Al-
lah; kudret, kuvvet ve hükümran-
lığının başlangıcı olmayan Allah.
şahadet:
tanıklık, şahitlik.
şahid-i sadık:
doğru sözlü şahit.
tayin:
atama.
tebşir olunmak:
müjdelenmek.
tecelli:
görünme, yansıma.
temevvüç etmek:
dalgalanmak.
tercüman-ı beliğ:
belâgatli tercü-
man, sözü tesirli ve makama uy-
gun, güzel olarak ifade eden tercü-
man.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’ın hâkimi-
yeti ile kâinattaki her şeyi kendisi-
ne ibadet ve itaat ettirmesi.
ulvî:
yüksek, yüce.
üssülesas-ı ‹slâmiyet:
‹slâmiyetin
özü, aslı.
vekâleten:
vekâlet yoluyla, birisi-
ne vekil olarak, başkası adına.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
âb-ı hayat:
hayat suyu.
avalim-i gayp:
gayp âlemleri.
âyine:
ayna.
aynülhayat:
insanı sonsuzluk
sırrına eriştiren ‹lâhî aşkın sim-
gesi.
cemiyet-i kâinat:
kâinattaki
varlıklar topluluğu.
ebed:
sonu olmayan.
esrarengiz:
esrarlı, sırlı, gizli.
ferman-ı ezelî:
ezelden beri
var olan Allah’ın fermanı.
Hâkim-i Ezelî:
ezelî hâkim,
daimî hüküm ve idare sahibi
olan, Allah.
harita-i nuraniye:
nurlu hari-
ta.
hatib-i fasih:
güzel ve iyi söz
söyleme yeteneğine sahip
olan hitabet sahibi kimse.
ilâh:
kendisine ibadet edilen,
tapılan.
ilân etmek:
duyurmak.
in’ikâs etmek:
aksetmek,
yansımak.
inşad etme:
ferahlandırma,
neşelendirme, iç açma.
kelâm:
söz.
kelime-i âliye:
yüce kelâm,
söz.
kelime-i Şahadet:
şahadet
kelimesi, şahadet ifadesini hü-
lâsa eden eşhedü en lâ ilâhe il-
lâllah ve eşhedü enne Mu-
hammeden abdühu ve resulü-
hu cümlesi.
lâtife-i rabbaniye:
‹lâhî haki-
katlerin hissedilmesine ve ma-
nevî zevklerin alınmasına ya-
rayan his, duygu.
lisan:
dil.
menşur-i lâyezalî:
silinip yok
Eski said dönEmi EsErlEri
| 523 |
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî
1.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in (
ASM
)
de Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna şahadet ederim.