Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 525

(1)
n
?p
Oƒ o
L o
h p
܃ o
L o
h '
¤n
Y s
?n
O…/
òs
dG m
ó s
ªn
ë o
e '
¤n
Y u
? n
°U s
º o
¡
s
?dn
G
evet, sirac-ı vehhaç, bürhan-ı kàtı odur. öyle ise onu
tanımalıyız.
Ve o zat ne derece ulvî, parlak olduğu bununla kıyas
edilir ki:
(2)
p
? p
YÉ n
Ø r
dÉ n
c o
Ön
Ñ° s
ùdn
G
sırrınca, bütün ümmetinin bü-
tün hasenatının bir misli onun kefe-i hasenatına ilâve
edilmiştir. Manevî bir cazibe-i umumîyi andıran hidayet
ve irşadından her bir fert ne kadar feyiz ve nur almışsa,
bir misli o zat-ı şerife in’ikâs etmiştir.
İşte, derece-i kemalât gayr-i mütenahi, onun ruhun-
daki istidat ve kabiliyet nihayetsiz, muhit-i enfüsî olan
zatından başka, ümmetinin afakından gelen esbab-ı inki-
şaf hadsiz olduğundandır ki, hakikat-i Muhammediye
(
AsM
) âlem-i imkânda en rasih, en racih hakikat olduğu-
nu ehl-i keşif ittifak etmişlerdir. nasıl bazen cüz’î bir te-
reşşuh uzak menbadan suyun gelmesine delil ve sakatlık
olmadığına şahit olur; öyle de küçük bir emare, büyük
bir hakikati ihsas edebilir.
Madem ki hadsiz ehl-i kemal onun minhac-ı cedvelin-
den zülâl-i hayatı içmişlerdir; bizzarure gösterir ki, nur-
dan yapılmış o boru ve hakikatte kazılmış o ark, doğru
menbadan gelir. İnhiraf ve sakatlık yoktur.
Şimdi, o zatı bize tanıttıracak pek çok sadık muhbirler
vardır.
hakikat-i muhammediye:
Hz
Peygamberin manevî şahsiyeti, ‹s-
lâmiyetin aslı ve esası.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
hidayet:
doğru yol, hak yol.
ihsas etmek:
hissettirmek, sezdir-
mek.
ilâve etmek:
eklemek.
in’ikâs etmek:
aksetmek, yansı-
mak.
inhiraf:
değişme, bozulma.
irşat:
doğru yola yöneltme, aydın-
latma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
ittifak etmek:
birleşmek, fikir bir-
liği etmek.
kabiliyet:
yetenek.
kefe-i hasenat:
iyilik, güzellik, ha-
yır kefesi (terazinin gözü).
kıyas etmek:
karşılaştırmak.
madem ki:
değil mi ki.
manevî:
maddî olmayan, mana ile
ilgili.
meclis-i sâmî:
yüksek, yüce mec-
lis; şöhretli meclis.
menba:
kaynak.
minhac-ı cedvel:
gidilen takip edi-
len ark gibi yol.
misil:
benzer, eş.
muhbir:
haber veren.
muhit-i enfüsî:
kendi iç dünyası-
na ait muhit, çevre.
nihayetsiz:
sonsuz.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
racih:
daha daha üstün.
rasih:
sağlam, kuvvetli.
ruh:
cevher, can.
sadık:
doğru.
sır:
gizli hakikat.
sirac-ı vehhaç:
çok parıltılı kandil,
ışık.
şahit:
şahitlik yapan.
tereşşuh:
sızıntı, damla.
ulvî:
yüksek, yüce.
ümmet:
hak dine davet etmek
için Allah tarafından kendilerine
peygamber gönderilen ve bu pey-
gambere inanıp bağlanan cemaat,
topluluk.
zat:
kişi.
zat-ı şerif:
şerefli kişi.
zülâl-i hayat:
hayat suyu.
afak:
gözle görülen âlem.
âlem-i imkân:
dünya, yaratıl-
mışlar dünyası, âlemi; imkân
âlemi.
ark:
su yolu.
bazen:
zaman zaman, ara sıra.
bizzarure:
kesinlikle, zarurî
olarak, mecburî olarak.
bürhan-ı kàtı:
kesin delil.
cazibe-i umumî:
umumî bir
cazibe, her şeyi etkileyen cez-
bedicilik, çekicilik.
cüz’î:
küçük.
delil:
şahit, belge, tanık.
derece-i kemalât:
yücelik ve
mükemmellikler derecesi, ol-
gunlukların derecesi.
ehl-i kemal:
olgun ve değerli
kişiler, kemal sahibi olanlar.
ehl-i keşif:
bazı sırları, bilin-
meyen hakikatleri, Cenab-ı
Hakkın lütuf ve ihsanı ile bilen
velîler.
emare:
alâmet, işaret, belirti.
enbiya:
peygamberler.
esbab-ı inkişaf:
manevî bir
sırrın veya hâlin görünmesi se-
bebi.
feyiz:
ihsan, bağış, kerem.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, so-
nu olmayan, nihayetsiz.
hadsiz:
sınırsız.
hakikat:
gerçek.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 525 |
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
n
-n
eBî
1.
Allah’ım! Varlığının zarurî olduğuna delil olan Muhammed’e salât eyle.
2.
Bir şeye sebep olan yapan gibidir.
1...,515,516,517,518,519,520,521,522,523,524 526,527,528,529,530,531,532,533,534,535,...790
Powered by FlippingBook