bir himmetle kolaylıkla kaldırmadığını nazara alırsan,
acaba gayet çok, tamamen müstemirre, nihayet derece-
de me’lûfe, çok da mütenevvia, tamamen rasiha olan
âdât ve ahlâkı nihayet kesîr ve me’lûfatına gayet muta-
assıp ve şedidü’ş-şekime olan bir kavmin a’mak-ı erva-
hından emrin azametine nispeten az fedakârlıkla, kısa
bir zamanda kal’ ve ref’ ettiğini ve o âdât-ı seyyienin ye-
rine başka âdât ve ahlâk fidanlarını gars etmesi ve
def’aten nihayet derecede tekemmül ettiklerini nazara
alırsan ve dikkat edersen, harikulâde olduğunu tasdik et-
mezsen, seni sofestaî defterinde yazacağım!.
İkincisi:
Şahs-ı manevî hükmünde olan bir devletin
nümüvv-i tabiîsi hükmünde olan teşekkülü mütemehhildir.
Ve devlet-i atîkaya galebesi –ki ona inkıyat tabiat-ı saniye
hükmüne girdiği için– tedricîdir. öyle ise, maddeten ve
manen hâkim, hem de gayet cesim bir devleti kısa bir za-
manda teşkili, hem de düvel-i rasihaya def’î gibi galebe
etmesi, maneviyat ve ahvalde cari olan âdâtın harikıdır.
Üçüncüsü:
tahakküm-i zahirî kahır ve cebirle müm-
kündür. Fakat efkâra galebe etmek, hem de ervaha ta-
habbüp ve tabâyie tasallut, hem de hâkimiyetini vicdan-
lar üzerine daima muhafaza etmek, hakikatin hassa-i fa-
rikasıdır. Bu hassayı bilmezsen hakikatten bigânesin.
Dördüncüsü:
Hakikatsiz tergip veya terhip hilesiyle
yalnız sathî bir tesir ve akla karşı sedd-i turuk edilir; hükm-
ü devam edemez, ruha nüfuz edemez. Şu hâlde
âdât:
âdetler, yapılan işler.
âdât-ı seyyie:
kötü alışkanlık.
ahval:
hâller, durumlar.
a’mak-ı ervah:
ruhların derinliği.
azamet:
büyüklük.
bigâne:
kayıtsız, alâkasız, ilgisiz.
cari:
geçerli.
cebir:
zorlama, baskı.
cesim:
büyük.
def’aten:
hemen, birdenbire âni
olarak, beklenmedik anda, bir
def’ada, birden.
def’î:
bir anda, ansızın.
devlet-i atîka:
eski devlet.
düvel-i rasiha:
temeli sağlam
kuvvetli devlet.
efkâr:
fikirler, düşünceler.
ervah:
ruhlar, canlar.
fedakârlık:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayma.
galebe etme:
yenme, üstünlük.
gars etmek:
dikmek.
gayet:
son derece.
hakikatsiz:
gerçek dışı.
hâkimiyet:
hüküm altına alma.
harik:
aykırı olan, bir şeyin dışında
olan.
harikulâde:
olağanüstü.
hassa:
özellik.
hassa-i farika:
farkedici, ayırdedici
özellik.
himmet:
yardım, ihsan, lütuf.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hüküm:
hâkimiyet; karar ve sözün
geçerli olması.
inkıyat:
boyun eğme, bağlanma,
teslim olma.
kahır:
zorla bir iş gördürme.
kal’ etme:
yıkıp atma.
kavim:
aralarında dil, âdet, örf,
kültür birliği olan insan topluluğu.
kesîr:
parçalanmış, dağılmış,.
maddeten:
madde olarak.
manen:
duyguca, mana itibarıyla.
maneviyat:
mana âlemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait şeyler.
me’lûf:
alışılmış, ülfet edinilmiş.
me’lûfat:
alışılmış şeyler.
muhafaza etmek:
korumak.
mutaassıp:
bir meseleyi müdafaa-
da ifrata varan, körü körüne bir
fikre bağlı olan, bağnaz.
müstemirre:
aralıksız, sürekli, ke-
sintisiz, devamlı, biteviye.
mütemehhil:
dikkatli olup acele
etmeyen.
mütenevvia:
çesit çeşit, değişik.
nazar:
bakış, dikkat.
nihayet:
son; son derece.
nispeten:
kıyaslayarak.
nüfuz etmek:
sözünü geçirmek;
içine işlemek.
nümüvv-i tabiî:
tabiî bir şekilde
gelişme, büyüme; normal şartlar-
daki gelişme.
rasih:
sağlam, kuvvetli.
ref’ etme:
kaldırma, giderme.
ruh:
cevher, can.
sathî:
yüzeysel.
sedd-i turuk:
yolları kapatan
set.
sofestaî:
eski Yunan felsefe-
sinde hiçbir şeyin mutlak haki-
katinin olmadığı, her şeyin öl-
çüsünün insanın bilgisine da-
yalı olduğu inancını savunarak
değerleri ve ahlâkı sorgulaya-
rak tahrip etmeye çalışan kim-
se.
şahs-ı manevî:
manevî kişilik.
şedidü’ş-şekime:
çok kibirli.
tabâyi:
huylar, tabiatlar.
tabiat-ı saniye:
yaratılıştan ol-
mayan, ikincil, sonradan yerle-
şen karakter.
tahabbüp:
sevgi gösterme,
muhabbet etme.
tahakküm-i zahirî:
görünüşte
olan hüküm sürme.
tasallut:
sataşma, musallat ol-
ma.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tedricî:
yavaş yavaş, derece
derece olan.
tekemmül etmek:
olgunlaş-
mak, kemale ermek, mükem-
melleşmek.
tergip:
rağbet ettirme, istek-
lendirme, istetme.
terhip:
korkutma, sakındırma
için korkutma.
tesir:
etki, iz bırakma.
teşekkül:
şekillenme, meyda-
na gelme.
teşkil:
meydana getirme.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan.
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî
| 534 |
Eski said dönEmi EsErlEri