İk i n c i Nü k t e :
ümmet, şeriata temessükü nis-
petinde terakki, tesahülü nispetinde tedennisi hakaik-ı
tarihiyedendir.
Üç ü n c ü Nü k t e :
Medeniyet-i hâzıra ile şeriat-ı
İslâmiye, esas itibarıyla muvazene. İşte:
Medeniyet-i hâzıra
, beş menfi esas üzerine teessüs
etmiştir.
•nokta-i istinadı kuvvettir. o ise, şe’ni tecavüzdür.
•Hedef-i kastı menfaattir. o ise, şe’ni tezahumdur.
•Hayatta düsturu cidaldir. o ise, şe’ni tenazudur.
•kitleler mabeynindeki rabıtası, aheri yutmakla besle-
nen unsuriyet ve menfi milliyettir. o ise, şe’ni müthiş
tesadümdür.
•Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci ve arzularını
tatmin ve metalibini teshildir. o heva ise, şe’ni insa-
niyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indir-
mektir, insanın mesh-i manevîsine sebep olmaktır.
Şeriat-ı İslâmiye ise
, onun menfi esasları yerine müs-
pet esaslar vazeder. İşte:
•nokta-i istinat, kuvvete bedel haktır ki, şe’ni adalet
ve tevazündür.
•Hedefte menfaat yerine fazilettir ki, şe’ni muhabbet
ve tecazüptür.
•Cihetü’l-vahdette unsuriyet ve milliyet yerine rabıta-i
dinî, vatanî, sınıfîdir ki; şe’ni samimî uhuvvet ve mü-
salemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedafüdür.
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
aher:
başka, diğer, gayrı.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
bedel:
karşılık.
cazibedar:
çekici.
cidal:
kavga, mücadele, çarpışma,
çekişme.
cihetü’l-vahdet:
birlik ciheti, birlik
yönü.
derece-i melekiye:
meleklik de-
recesi.
dereke-i kelbiyet:
köpeklik dere-
cesi.
düstur:
kanun, kaide.
esas:
temel, asıl.
fazilet:
değer, meziyet, iman ve ir-
fan itibarıyla olan yüksek derece.
hak:
doğru.
hakaik-ı tarihiye:
tarihi gerçek.
hariç:
dış memleket, yaşanılan ül-
kenin dışındaki ülke.
hedef:
gaye, maksat.
hedef-i kasıt:
asıl varılmak iste-
nen maksat.
heva:
istek, heves, nefsin arzusu.
heves:
istek ve arzular.
insaniyet:
insanlık.
itibarıyla:
bakımından.
kitle:
insan topluluğu.
mabeyn:
ara.
medeniyet-i hâzıra:
şimdiki me-
deniyet.
menfaat:
fayda, kâr.
menfi milliyet:
olumsuz milliyet-
çilik.
menfi:
nakıs, negatif, olumsuz.
mesh-i manevî:
manevî yıkım, iç
dünyasının bozulması.
metalip:
talep olunan, istenen
şeyler, istekler, arzular.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muvazene:
karşılaştırma.
müsalemet:
herkesle barış içinde
olma, sulh, barışıklık.
müspet:
menfi olmayan, pozitif,
olumlu.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
nispet:
iki şey arasında ki oran, il-
gi, bağ, münasebeti.
nokta-i istinat:
dayanak noktası.
nükte:
ince ve derin anlam.
rabıta:
bağ.
rabıta-i dinî:
din bağı, dinle ilgili
bağ.
samimî:
içten, candan, gönülden,
kalbî, menfaatsiz, riyasız.
sınıfî:
sosyal tabakalarla ilgili.
şe’n:
icap, gerek.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, ‹lâhî emir
ve yasaklara dayanan hüküm-
lerin hepsi.
şeriat-ı ‹slâmiye:
‹slâm dini.
tatmin:
doyurma, ihtiyacını
karşılama.
tecavüz:
haddini aşma; saldır-
ma, sataşma, namusa saldır-
ma, sarkıntılık.
tecazüp:
birbirini cezbetme,
çekme, sempati.
tedafü:
kendini koruma, mü-
dafaa, savunma.
tedenni:
aşağı düşme, daha
kötü bir dereceye düşme, al-
çalma.
teessüs etmek:
yerleşmek,
kökleşmek; kurulmak.
temessük:
yapışma, sarılma,
sıkıca tutma.
tenazu:
çekişmek, birbiriyle
uğraşma.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tesadüm:
çarpışma, tokuşma,
vuruşma.
tesahül:
ihmal etme.
teshil:
kolaylaştırma, kolay
hale getirme.
teşci:
gayrete getirme.
tevazün:
denklik, denk olma.
tezahum:
birbirine sıkıntı ver-
me, birbirine zahmet verme.
uhuvvet:
kardeşlik.
unsuriyet:
ırkçılık.
ümmet:
hak dine davet et-
mek için Allah tarafından ken-
dilerine peygamber gönderi-
len ve bu peygambere inanıp
bağlanan cemaat, topluluk.
vatanî:
vatanla alâkalı, vatanla
ilgili, vatana ait.
vazetmek:
meydana getir-
mek, koymak, konulmak.
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî
| 544 |
Eski said dönEmi EsErlEri