manevî bir devlet-i cesimeyi bir zaman-ı kalilde teşkil
edip, ateş-i cevval gibi, belki nur-i nevvar gibi veyahut
asa-i Mûsa gibi, sair devletleri bel’ ve imha derecesine
getirdiğinden, basar-ı basireti kör olmayanlara sıdkını ve
nübüvvetini ve hak ile temessükünü göstermiştir.
BEŞİNCİ ŞUA:
sahife-i müstakbelde rub-i nev-i beşe-
rin ruhunda hükümran olmuş mesele-i şeriatı mütalâa
edeceğiz. öyle ise dört nükteyi nazar-ı dikkatten dûr et-
memelisin.
Birincisi:
Bir şahıs, dört veya beş fende meleke sa-
hibi mütehassıs olmaz; meğer harika ola!
İkincisi:
Mesele-i vahide, iki mütekellimden sudûr
eder. Birisi mebde ve müntehasını ve siyak ve sibaka
mülâyemetini ve ehavatıyla nispetini ve mevzi-i müna-
sipte istimalini, yani münbit bir zeminde sarfını nazara
aldığı için, o fende olan maharetine ve meleketine ve il-
mine delâlet ettiği hâlde, öteki mütekellim şu noktaları
ihmal ettiği için, sathiyetine ve taklidiyetine delâlet eder.
Hâlbuki kelâm yine o kelâmdır.
Üçüncüsü:
İki asır evvel harika sayılan keşif, bu za-
mana kadar mestur kalsaydı, tekemmül-i mebadi cihetiy-
le bir çocuk da keşfedebildiğini nazara al, sonra on üç
asır geri git, o zamanların tesiratından kendini tecrit et,
dehşetengiz olan Ceziretü’l-Arap’ta otur, dikkatle tema-
şa et. görürsün ki: ümmî, tecrübe görmemiş, zaman ve
zemin yardım etmemiş tek bir adam ki, yalnız zekâya
asır:
yüzyıl, asır,.
ateş-i cevval:
sürekli hareket
eden ateş.
basar-ı basiret:
basiretli bakış, ha-
kikati gören görme hissi.
bel’:
ortadan kaldırma, yutma,
emme.
Ceziretü’l-arap:
Arap yarımadası.
cihet:
yön.
dehşetengiz:
çok dehşet verici,
çok korkutucu, ürkütücü, korkunç.
delâlet:
delil olma, gösterme.
delâlet etmek:
delil olmak, gös-
termek.
devlet-i cesime:
önemli büyük
devlet.
dûr etmek:
uzak tutmak.
ehavat:
benzer şeyler.
evvel:
önce.
fen:
uygulamalı bilim.
hak:
doğru.
hâlbuki:
oysa ki, hakikat şu ki.
harika:
olağanüstü.
hükümran:
hükmü geçen, hük-
meden, hüküm süren.
ihmal etmek:
gereken ilgi ve öne-
mi gerektiği şekilde gösterme-
mek; dikkatsizlik.
imha:
ortadan kaldırma, mahvet-
me.
istimal:
kullanma.
kelâm:
söz, konuşma.
keşfetmek:
gizli bir şeyi bulup
meydana çıkarmak.
keşif:
gizli bir şeyi bulup meydana
çıkarma.
maharet:
ustalık, beceriklilik.
manevî:
maddî olmayan, mana ile
ilgili.
mebde:
başlama, başlangıç.
meleke(t):
bir şeyi çok defa tek-
rarlayarak ve tecrübe ederek
meydana gelen bilgi ve maharet.
mesele-i şeriat:
din konusu.
mesele-i vahide:
bir konu, tek
mesele.
mestur:
örtülmüş, gizlenmiş.
mevzi-i münasip:
münasip yer,
uygun konum.
mülâyemet:
uygunluk.
münbit:
verimli.
münteha:
son, nihayet.
mütalâa etmek:
incelemek.
mütehassıs:
ihtisası olan, ihtisas
sahibi, bir ilim dalında veya bir
meslekte derin bilgi sahibi olan,
işinin erbabı olan, uzman.
mütekellim:
söyleyen, konuşan,
nutuk söyleyen hatip.
nazar:
bakış, dikkat.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakış.
nispet:
bağlılık, ilgi, bağ, münase-
bet.
nur-i nevvar:
parlak nur, parlak
ışık.
nübüvvet:
nebîlik, peygamberlik,
Allah’ın elçiliği, peygamberlik
hâl ve şanı.
nükte:
ince ve derin anlam.
rub-i nev-i beşer:
insanlık tü-
rünün, insanların dörtte biri.
ruh:
cevher, can.
sahife-i müstakbel:
gelecek
sayfası, gelecek zaman sayfa-
sı, konusu.
sair:
diğer.
sarf:
harcama; kullanma.
sathiyet:
yüzeysel ve üstün
körü oluş.
sıdk:
samimîlik, doğru sözlü-
lük, söz ile fiilin birbirine uy-
ması, olduğu gibi görünüp gö-
ründüğü gibi olma esası.
sibak:
bir şeyin öncesi, geçmi-
şi, başlangıcı; bağ, bağlantı.
siyak:
sözün gelişi, ifade şekli
ve tarzı.
sudûr etmek:
meydana çık-
mak, olmak.
şahıs:
kişi, kimse, fert.
taklidiyet:
taklitçilik.
tecrit etmek:
bir cismin veya
olayın hususiyetlerini zihinden
ayırarak düşünmek, soyutla-
mak.
tecrübe:
deneyim.
tekemmül-i mebadi:
güzel,
mükemmel başlangıç.
temaşa etme:
bakma, seyret-
me.
temessük:
yapışma, sarılma.
tesirat:
etkilenmeler.
teşkil etmek:
meydana getir-
mek.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan.
zaman-ı kalil:
az zaman,.
zemin:
yer; ortam.
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî
| 538 |
Eski said dönEmi EsErlEri