•Hayatta düstur-i cidal yerine düstur-i teavündür ki,
şe’ni ittihat ve tesanüttür.
•Heva yerine hüdadır ki, şe’ni insaniyeten terakki ve
ruhen tekâmüldür. Hevayı tahdit eder. nefsin heve-
sat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulvi-
yesini tatmin eder.
(HaşİYe)
Hem medeniyet-i hâzırada, serbest hevanın tahakkü-
müyle havaic-i gayr-i zaruriye, havaic-i zaruriye hükmü-
ne geçmişlerdir. Bir bedevî yalnız dört şeye muhtaç iken,
medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. sa’y mas-
rafa kâfi gelmediğinden, hileye, harama sevk etmekle,
ahlâkın esasını şu noktadan ifsat etmiştir. Cemaate,
nev’e verdiği servet, haşmete bedel, ferdi, şahsı fakir, ah-
lâksız etmiştir. kurun-i Ulânın mecmu-i vahşetini bu me-
deniyet bir defada kustu. Âlem-i İslâm’ın şu medeniyete
karşı istinkâfı cay-ı dikkattir. zira, istiğna ve istiklâliyet
hassasıyla mümtaz olan şeriattaki İlâhî hidayet, medeni-
yetin esası olan roma felsefesinin dehasıyla aşılanmaz.
Medeniyet, nev-i beşerden yüzde onu müzahref bir sa-
adete çıkarmış, sekseni meşakkate, sefalete atmıştır.
saadet odur ki, umuma veya eksere saadet ola! nev-i
beşere rahmet olan kur’ân-ı kerîm, ancak umumun,
lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeni-
yeti kabul eder.
hitabe:
nutuk.
hüda:
doğruluk, hidayet.
hükmüne:
yerine.
ifsat etmek:
bozmak, fesat çıkar-
mak, karıştırmak.
‹lâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı Hakka
dair.
insaniyet:
insanlık.
istiğna:
var olanla yetinme, aza
kanaat etme, eldekini yeter bul-
ma, tok gözlülük.
istiklâliyet:
hürriyet, bağımsızlık.
istinkâf:
kabul etmeme, reddet-
me.
ittihat:
birleşme, birliktelik.
kurun-i Ulâ:
‹lkçağ.
lâakal:
hiç değilse, en azından.
mebahis:
bahis olunan, konuşulan
konular.
mecmu-i vahşet:
vahşet ve yaba-
niliğin tamamı.
medeniyet:
medenîlik, uygarlık.
medeniyet-i hâzıra:
şimdiki me-
deniyet.
mesail:
meseleler, problemler.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı.
mümtaz:
meziyetleriyle başkala-
rından ayrılan, seçkin.
müzahref:
süprüntü, atık madde.
nakletmek:
aktarmak, bildirmek.
nefis:
inisanı kötülüğü sevk eden
duygu.
nev-i beşer:
insan soyu, insanlar,
insan türü.
nevi:
tür.
rahmet:
acıma, merhamet etme.
ruh:
cevher, can.
ruhen:
ruh bakımından.
sa’y:
gayret, çalışma, emek.
sefalet:
sefillik, perişaniyet, düş-
künlük; yoksulluk.
servet:
varlık, mal, mülk.
sevk etme:
sürme, yöneltme.
şe’n:
icap, gerek.
şeriat:
din; ‹slâmiyet.
tahakküm:
hükmü altına alma.
tahayyül etmek:
hayale getir-
mek, hayalinde canlandırmak.
tahdit etmek:
sınırlamak.
tatmin etmek:
doyurmak, ihtiya-
cını karşılamak.
tazammun etmek:
içine almak,
içermek.
tekâmül:
olgunlaşma, mükem-
melleşme; evrim.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tesanüt:
dayanışma.
teshil:
kolaylaştırma.
vakıf malı olan mesail:
herkesin
faydasına açık bilgiler.
acip:
hayret verici.
ahlâksız:
kötü, çirkin huylu,
bozuk karakterli.
âlem-i ‹slâm:
‹slâm âlemi, ‹s-
lâm dünyası.
bedevî:
çölde yaşayan.
bizzat:
kendisi, kendi, şahsen.
cay-ı dikkat:
dikkat edilecek
nokta, dikkat edilecek yer ve-
ya şey; dikkate değer.
cemaat:
toplum, topluluk.
deha:
çok akıllılık, zekiliğin ve
anlayışlılığın son derecesi.
dimağ:
akıl, şuur.
düstur-i cidal:
karşılıklı kavga
düsturu, mücadele prensibi,
kaidesi.
düstur-i teavün:
yardımlaş-
ma, birbirine yardım etme ka-
idesi, prensibi.
ekser:
en çok, pek çok.
ekseriyet:
çoğunluk.
esas:
temel.
felsefe:
hikmet ve marifet bil-
gisi.
fert:
birey.
garip:
tuhaf, şaşılacak.
haram:
‹slâmiyetçe yasakla-
nan işler.
hassa:
özellik.
haşiye:
dipnot.
haşmet:
ihtişam, heybet, bü-
yüklük.
havaic-i gayr-i zaruriye:
zo-
runlu olmayan ihtiyaçlar.
havaic-i zaruriye:
gerekli ihti-
yaçlar, giderilmesi lüzumlu
olan ihtiyaçlar.
heva:
istek, heves, nefsin ar-
zusu.
hevesat-ı süfliye:
süflî olan
aşağı istekler, alçakça arzular.
hidayet:
doğru yol, hak yol.
hissiyat-ı ulviye:
yüksek his-
ler, yüce hisler, yüce duygular.
HaşİYe:
Bu sözler garip bir rüyada, acip bir hitabenin parçasıdır. tahay-
yül ediyorum. Halkın ilmi dimağındadır. Musluk açılsa rahatla akıyor. Ha-
fızam sönüyor, yardım etmiyor. Benimki kuyu gibi kalbimdedir, çıkması
güçtür. Çok yazamıyorum. Vakıf malı olan mesaili veya bizzat kalbime
mal olmayan mebahisi nakletmek istemem. kendi eski kalbimden ve eski
eserlerimden aynen naklediyorum.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 545 |
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî