vartadır. ezcümle, sathiyet-i arz ve deveran-ı şems onlar-
ca bedihiyat-ı hissiyeden sayılırdı.
Şu gibi meseleler müstakbeldeki nazariyata kıyas olun-
maz. zira müstakbele ait olan şeylere hiss-i zahir taallûk
etmediği için iki ciheti de muhtemeldir, itikad olunabilir.
İmkân derecesindedir, itminan kabildir. onun hakk-ı sa-
rihi tasrihtir. lâkin hînâ ki, hissin galatı bizim “mâ nah-
nü fîh”imizi imkân derecesinden bedahete, yani cehl-i
mürekkebe çıkardı. onun nazar-ı belâgatte hiç inkâr
olunmaz olan hakkı ise ipham ve ıtlaktır. tâ ezhan mü-
şevveş olmasınlar. Fakat, hakikate telvih ve remiz ve ima
etmek gerektir. efkâr için kapıları açmak, duhule davet
etmek lâzımdır.
nasıl ki, şeriat-ı garra öyle yapmıştır. Hem de istikrar-
sız, mütegayir ve mütegayyir, birbirine mükezzip fen ve
felsefe nazariyatı, tarik ve menbaca ayrı olan vahyin nu-
susuna ayar olamaz, mihenk olamaz.
Yahu, insaf mıdır, taharri-i hakikat böyle midir ki, sen,
irşad-ı mahz ve ayn-ı belâgat ve hidayetin mağzı olan şe-
yi, irşada münafi ve mübayin tevehhüm edesin? Ve be-
lâgatçe ayn-ı kemal olan şeyi noksan tahayyül edesin.
Acaba senin zihn-i sakîminde belâgat o mudur ki, ezha-
nı tağlit ve efkârı teşviş ve muhitin müsaadesizliği ve za-
manın adem-i i’dadından ezhan müstait olmadıkları için
ukule tahmil edilmeyen şeyleri teklif etmek midir? kellâ!
(1)
r
ºp
¡p
dƒo
?o
Y p
Qn
ón
b '
¤n
Y ¢n
SÉ s
ædG p
º u
?n
c
bir düstur-i hikmettir.
adem-i i’dad:
uygun olmama, he-
sabın tutmaması.
ayar:
seviye, derece.
ayn-ı belâgat:
belâgatin tâ kendi-
si; yerinde, muhatabına uygun,
makamın münasip güzel söz söy-
lemenin tâ kendisi.
ayn-ı kemal:
mükemmelliğin tâ
kendisi.
bedahet:
açıklık, aşikâr.
bedihiyat-ı hissiye:
hislerle anla-
şılan deliller, duygularla apaçık an-
laşılan şeyler.
belâgat:
yerinde, hâl ve makama
uygun söz söyleme.
cehl-i mürekkep:
bilmediğini de
bilmemek, katmerli cahillik, kara
cahillik.
cihet:
yön.
davet etmek:
çağırmak.
deveran-ı şems:
güneşin dünya-
nın etrafında dönmesi, deveranı.
duhul:
içeri girme, dâhil oluş.
düstur-i hikmet:
hikmet prensibi,
hikmetli ve maksatlı düstur.
efkâr:
fikirler, düşünceler.
ezcümle:
bu cümleden, meselâ.
ezhan:
zihinler.
fen:
uygulamalı bilim.
galat:
yanlış, yanılma, hata, bozul-
ma.
hak:
doğru.
hakk-ı sarih:
açıkça hak edilen.
hidayet:
doğru yol, hak yol.
hînâ:
şarkı söyleme, saz çalma, te-
ganni.
his:
duygu.
hiss-i zahir:
dış görünüşün uyan-
dırdığı his.
ıtlak:
serbest bırakma.
ima etmek:
dolaylı, üstü kapalı
ifade etmek.
imkân:
mümkün olma, olabilirlik.
inkâr:
reddetme, inanmama.
ipham:
gizleme, saklama.
irşad-ı mahz:
tam irşat, sırf hak
yolu göstermek.
irşat:
aydınlatma.
istikrar:
bir kararda devam etme.
itikat:
inanç, inanma.
itminan:
tatmin olma.
kabil:
mümkün.
kellâ:
asla, kat’iyen, kesinlikle.
kıyas:
karşılaştırma.
lâkin:
ama, fakat.
mâ nahnü fîh:
bahsini ettiğimiz,
üzerinde konuştuğumuz, sözünü
ettiğimiz (şey).
mağz:
öz, iç.
menba:
kaynak.
mihenk:
ölçü, tartı.
muhit:
yöre, çevre.
muhtemel:
olması mümkün.
mübayin:
başka türlü, ayrı.
mükezzip:
yalanlayan.
münafi:
zıt, ters, aykırı.
müsaade:
izin.
müstait:
yetenekli.
müstakbel:
gelecek zaman.
müşevveş:
karmakarışık.
mütegayir:
birbirine zıt olan,
zıt, karşıt.
mütegayyir:
başka, değişik.
nazar-ı belâgat:
sözü güzel ve
yerinde söyleme sanatı olan
belâgat bakımından.
nazariyat:
nazariyeler, ilmî
görüşler, düşünceler, teoriler.
nusus:
naslar, Kur’ân-ı Kerîm
ve hadisin açık hükümleri.
remiz:
işaret.
sathiyet-i arz:
yeryüzünün
düz oluşu.
şeriat-ı garra:
parlak şeriat, ‹s-
lâm dini.
taallûk etmek:
ilişki, rabıta; il-
gisi olmak.
tağlit:
yanıltma, yanıltılma.
taharri-i hakikat:
gerçeği
araştırma.
tahayyül etmek:
hayale getir-
mek, hayalinde canlandırmak.
tahmil edilmek:
yüklemek;
bir işi birinin üzerine bırak-
mak.
tarik:
yol; usul; meslek.
tasrih:
açıklık.
telvih:
açıklama, izah etme.
teşviş:
karıştırma, karmakarı-
şık etme.
tevehhüm etmek:
gerçekte
var olmayanı var kabul etme,
sanmak.
ukul:
akıllar.
vahiy:
Cenab-ı Hakkın pey-
gambere bildirdiği hükümler,
sırlar ve hakikatler.
varta:
uçurum, tehlike, büyük
tehlike.
zihn-i sakîm:
hasta zihin.
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî
| 554 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
İnsanlar ile anlayış seviyelerine göre konuşunuz. (Kenzü’l-Ummal, 10:307.)