fünun-i müterettibedir ki, pek çok tecarüp ile telâhuk-i
efkârın netaicinden teşekkül etmişlerdir ki, terakki için
bir nerdibanın basamaklarıdır. Aşağısı takarrur etmezse,
yukarısına ayak atılmaz.
demek mukaddem fen, ulûm-i mütearife hükmüne
geçecek, sonra müteahhir fenne mukaddime olabilir. Bu
sırra binaen, şu zamanda efkârın çok çalkalanmasıyla
yetişmiş, pişmiş bir fenni, faraza on asır evvel bir adam
tefhim ve talimine çalışsa idi, mağlâta ve safsataya dü-
şürmekten başka bir şeyi yapamaz idi.
Meselâ, denilse idi: “Şemsin sükûnuyla
(HaşİYe)
arzın
hareketine ve bir katre suda bir milyon hayvanatın bu-
lunduklarına temaşa edin; tâ sâniin azametini bilesiniz!”
Cumhur-i avam ise, hiss-i zahir veya galat-ı hissin se-
bebiyle hilâflarını zarurî bildikleri için, ya tekzip veya ne-
fislerine mugalâta veya mahsus olan şeye mükâbere
etmekten başka ellerinden bir şey gelmezdi. teşviş ise,
bahusus onuncu asra kadar minhac-ı irşada büyük bir
me.
katre:
damla.
mağlâta:
zihin karıştıracak saçma
söz, boş ve manasız söz.
mahsus:
özel.
manzume:
sistem.
meselâ:
misal olarak.
mihver:
eksen, küre ve silindirin
ortasından geçtiği kabul edilen
doğru çizgi.
minhac-ı irşat:
doğru yola yönelt-
me, gafletten uyandırma yolu.
mugalâta:
demagoji, yanıltıcı söz
etme, safsata.
mukaddem:
zaman bakımından
önde olan, önceki.
mukaddime:
başlangıç.
mükâbere:
yakın olma.
müstakar:
karar kılınan yer, yerle-
şilen yer.
müteahhir:
sonradan gelen, son-
raki.
nerdiban:
merdiven.
netaiç:
neticeler.
safsata:
yalan, uydurma, hezeyan,
hakikatte yanlış ve yalan olan kı-
yas.
sâni:
yapan, yaratan Allah.
seyyarat:
gezegenler.
sır:
gizli hakikat.
sükûn:
sakinlik, durgunluk, hare-
ketsizlik.
şems:
güneş.
takarrür etmek:
yerleşmek.
talim:
eğitim.
tanzim etmek:
düzenlemek, yo-
luna koymak.
tecarüp:
tecrübeler, deneyimler.
tefhim:
anlatma, açıklama, bildir-
me.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, Kur’ân’ın şerhi.
tekzip:
yalanlama, yalan olduğu-
nu söyleme.
telâhuk-i efkâr:
fikirlerin birbiri
peşine gelip birleşmesi.
temaşa etmek:
bakmak, seyret-
mek.
temin:
sağlama, elde etme.
terakki:
yükselme, ilerleme.
teşekkül etmek:
şekillenmek,
meydana gelmek.
teşviş:
karıştırma, karmakarışık
etme.
tevlit:
sebep olma, vücuda getir-
me.
ulûm-i mütearife:
yaygınlaşmış
bilgiler, ilimler.
zarurî:
mecburî, zorunlu, ister iste-
mez.
arz:
dünya.
asır:
yüzyıl, asır.
azamet:
büyüklük.
bahusus:
özellikle.
binaen:
...den dolayı, nedeniy-
le.
cazibe:
çekim gücü.
cereyan:
akma, bir tarafa doğ-
ru akış.
cumhur-i avam:
avamın cum-
huru, halkın çoğunluğu.
efkâr:
fikirler, düşünceler.
evvel:
önce.
faraza:
meselâ, say ki, tut ki,
diyelim ki.
fen:
bilim.
fen:
uygulamalı bilim.
fünun-i müterettibe:
icap
eden, gereken fen bilimleri; te-
rettüp eden, sırasıyla peşpeşe
gelişen fen bilimleri.
galat-ı his:
duyuştaki aldanış,
his yanılması.
haşiye:
dipnot.
hayvanat:
hayvanlar.
hilâf:
anlaşmazlık, uyuşmazlık,
muhalefet.
hiss-i zahir:
dışta olan duygu,
dışarıdan bakılınca anlaşılan
duygu.
hükmüne:
yerine.
istikrar:
karar kılma, karar
bulma, bir kararda devam et-
HaşİYe:
tefsirimde böyle yazmıştım:
¢o
ùr
ªs
°ûdGn
h { »/
a p
án
¶n
?n
«r
dGn
h p
? r
ƒs
ædG n
ø r
«n
H ¢p
Vn
ôn
ªr
dG »p
a 1333 p
án
æ°n
S »/
a /
‹ n
í p
æ° o
S r
ón
b
r
…n
G .Én
¡p
àn
eƒo
¶r
æn
e p
QG n
ôr
?p
à° r
S p
’p
Én
gu
ôn
?n
à°r
ùo
e p
‘ r
…n
G »'
æ` r
© n
ªr
dG Gn
ò'
g
(1)
z Én
¡n
d x
ôn
?n
à° r
ùo
ªp
d …/
ô r
én
J
r
ân
æn
µ°n
S r
ƒn
dn
h p
á s
«°p
ùr
ªs
°ûdG p
án
eƒo
¶r
æn
ªr
?p
d p
án
eÉn
¶s
ædG Én
¡p
àn
Hp
PÉn
L p
ót
dn
ƒn
àp
d z $G p
¿
r
Pp
Ép
H { Én
¡p
fÉn
jn
ôn
L
r
än
ôn
KÉn
æn
àn
d r
ân
à`n
µ°n
Sn
h
Yani:
kendi müstakarrında mihveri üzerinde Allah’ın emriyle cereya-
nı, manzumesini tanzim eden cazibesinin tevlidi içindir. eğer şems, sil-
kinmese meyveleri düşecek, silkinse yemişleri olan seyyaratın istikrar-
ları temin edilir.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 553 |
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî
1.
Güneş de onlar için bir delildir ki, kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider. ( Yâsin
Suresi: 39.)