Meselâ: kâinattaki tasarruf-i İlâhîyi, sultanın serir-i sal-
tanatında olan tasarrufunun suretinde temaşa edebilirler.
(1)
…'
ƒn
à°r
SG ¢p
Tr
ôn
©r
dG n
¤n
Y o
ø '
ªr
Ms
ôdn
G
gibi.
İşte hissiyat-ı cumhur şu merkezde olduklarından,
elbette irşat ve belâgat iktiza eder ki, onların hissiyatı ria-
yet ve ihtiram edilsin. Ve efkârları dahi bir derece
mümâşat ve riayet edilsin. İşte riayet ve ihtiram
(2)
p
ô n
°û n
Ñr
dG p
?ƒo
?o
Y '
‹p
G o
á s
«p
¡ '
d p
’r
G o
än
’ t
õn
æs
àdn
G
ile tesmiye olunur.
evet, o tenezzülât te’nis-i ezhan içindir. Bu sırdandır
ki, hakaik-ı mücerredeye temaşa etmek için hissiyat ve
hayalâlûd cumhurun nazarlarını okşayan suver-i müteşa-
biheden birer dürbün vazedilmiştir.
Şu cevabı teyit eden maani-i amika veya müteferrika-
yı bir suret-i sehil ve basitede tasavvur veya tasvir etmek
için nâsın kelâmında kesretle istiarat bulunmasıdır. de-
mek müteşabihat dahi istiaratın en ağmaz kısmıdır. zira
en hafî hakaikın suver-i misaliyesidir. demek eşkâl, ma-
nanın dikkatindendir, lâfzın iğlâkından değildir.
ey muteriz! İnsafla bak. Fikr-i beşerden, bahusus ava-
mın fikrinden en uzak olan hakaikı şöyle bir tarik ile tak-
rip etmek ayn-ı belâgat değil midir? zira belâgat, mukte-
za-i hale mutabakat ve makamın tahammülü nispetinde
kemal ve vuzuh ile ifade etmektir.
ikinci noktaya cevap:
Âlemde mündemiç olan meylü’l-
istikmalin dalı olan insandaki meylü’t-terakkinin semeratı
ağmaz:
kolay anlaşılmayan, pek
derin.
âlem:
dünya.
avam:
kültürlü, yüksek tabakadan
olmayan; cahil halk tabakası.
ayn-ı belâgat:
belâgatin tâ kendi-
si; yerinde, muhatabına uygun,
makamın münasip güzel söz söy-
lemenin tâ kendisi.
bahusus:
özellikle.
basitede:
basit olarak.
belâgat:
yerinde, hâl ve makama
uygun söz söyleme.
cumhur:
halk.
dürbün:
uzaktan gören.
efkâr:
fikirler, düşünceler.
eşkâl:
biçimler, suretler, şekiller,
tarzlar.
fikr-i beşer:
insanların fikri, insan-
ların düşüncesi.
hafî:
açıkta olmayan.
hakaik:
gerçekler, doğrular.
hakaik-ı mücerrede:
karışık ve
katışık olmayan gerçekler.
hayalâlûd:
hayalî, hayal ile karışık.
hissiyat:
hisler, duygular.
hissiyat-ı cumhur:
ekseriyetin,
çoğunluğun hisleri.
ifade:
bildirme, anlatma.
iğlâk:
sözü karışık ve anlaşılmaz
bir şekilde söyleme.
ihtiram:
saygı gösterme.
iktiza etme:
gerekme, gereklilik.
insaf:
adaleti ve hakkı düşünerek
davranma, vicdana uygun hare-
ket.
irşat:
doğru yola yöneltme, aydın-
latma.
istiarat:
istiareler, başka anlamda
kullanmalar.
kelâm:
söz, konuşma.
kemal:
olgunluk.
kesret:
çokluk.
lâfız:
söz, kelime.
maani-i amika:
ince derin mana.
mana:
anlam.
meylü’l-istikmal:
kemale erme
kabiliyet ve arzusu.
meylü’t-terakki:
ilerleme meyli,
yükselme isteği, ilerleme arzusu.
mukteza-i hâl:
hâlin gerektirdiği
şekilde, hâlin gereği, duruma göre,
icabına göre.
mutabakat:
uygunluk, uyuşma.
muteriz:
itiraz eden, karşı çıkan.
mümâşat:
maslahat icabı hoş ge-
çinmek.
mündemiç:
kapsayan, içine alan,
içine yerleşen.
müteferrika:
çeşitli.
müteşabihat:
teşbihler, benzet-
meler.
nâs:
insanlar.
nazar:
bakış.
nispet:
bağlılık, ilgi, bağ.
riayet:
uyma, gözetme.
semerat:
meyveler, neticeler.
serir-i saltanat:
saltanat tahtı,
sultanlık makamı.
sır:
gizli hakikat.
suret:
biçim, şekil.
suret-i sehil:
kolay şekil.
suver-i misaliye:
gerçek ol-
mayıp yansıma hâlinde olan
suretler.
suver-i müteşabihe:
birbirine
benzeyen suretler biçimler,
tarzlar.
tahammül:
kötü, güç durum-
lara karşı koyabilme gücü.
takrip etmek:
yaklaştırmak,
yanaştırmak.
tarik:
yol; usul.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup
idare etme, mülkünü istediği
gibi kullanma.
tasarruf-i ‹lâhî:
Allah’ın faali-
yet ve icraatı, Cenab-ı Hakkın
yarattıklarını değişik tarzla ne
şekilde murat etmişse, öylece
kullanması.
tasavvur:
bir şeyi tahayyül et-
me, göz önüne getirme.
tasvir etmek:
tanımlamak.
te’nis-i ezhan:
zihinleri okşa-
ma, zihinleri alıştırma, yaban-
cılık göstermeme.
temaşa:
bakma, seyretme.
tenezzülât:
alçak gönüllülük
göstermeler.
tesmiye:
adlandırma, ad koy-
ma, isimlendirme.
teyit etmek:
doğrulamak.
vazedilmek:
ortaya konul-
mak.
vuzuh:
açıklık.
zira:
çünkü.
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî
| 552 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
O Rahman ki, hükümranlığı Arşı kaplamıştır. (Taha Suresi: 5.)
2.
Cenab-ı Hakkın, insanların anlayışlarına göre hitap etmesi.