içindir. Bu ise ya müstetbeatü’t-terakip kabîlesinden ve-
ya kinaî nev’indendir.
Meselâ:
(1)
n
?Én
b
lâfzındaki
G
elif’
tir; hafiftir. Aslı
h
olsa,
?
olsa, ne olursa olsun tesir etmez.
ey birader! İnsaf ile dikkat edilse, bütün asırlarda bü-
tün insanların irşatları için nazil olan kur’ân’ın i’cazının
lemaatı bu üç noktanın arkasında görülmeyecek midir?
o
¬n
Jn
Ò°/
ün
Hn
h p
ôj/
òs
ædG p
Ò/
°ûn
Ñr
dG n
ôn
¶n
f s
¿p
G n
õp
ér
©o
ªr
dG n
¿'
Gr
ôo
?r
dG n
ºs
?`n
Y…/
òs
dGn
h ,r
ºn
©n
f
p
¬r
«n
?n
Y n
¬p
Ñn
à°r
ûn
j r
hn
G ¢n
ùp
Ñn
àr
?n
J r
¿n
G r
øp
e o
òn
Ør
fn
Gn
h '
¤r
Ln
Gn
h t
?n
Ln
Gn
h t
¥n
On
G n
OÉs
?s
ædG
o
?n
õr
fn
Gn
h '
¤r
Yn
Gn
h»'
ær
Zn
G s
?n
ër
dG o
¬n
µn
?°r
ùn
e s
¿p
Gn
h p
?Én
«n
îr
dÉp
H o
án
?«/
?n
ër
dG
(2)
¢p
SÉ s
ædG n
¤n
Y n
§p
dÉn
¨o
j r
hn
G ¢n
ùu
dn
óo
j r
¿n
G r
øp
e o
™n
ar
Qn
Gn
h
evet; hayalin ne haddi vardır ki, nurefşan olan nazarı-
na karşı kendini hakikat gösterebilsin!
evet, mesleği nefs-i hak ve mezhebi ayn-ı sıdktır. Hak
ise tedlis ve tağlit etmekten müstağnidir.
İkincisi:
Mu’cize-i Muhammedî, ayn-ı Muham-
med’dir (
AsM
). zat-ı zülcelâl (
CC
) ona demiş:
(3)
m
º«/
¶n
Y m
?o
?o
N'
¤n
©n
d n
?s
fp
Gn
h
Bütün ümmet, hatta düşmanları da
dâhil olduğu hâlde icma etmişler ki; bütün ahlâk-ı haseneye
camidir. nübüvvetten evvel, ondaki ahlâk-ı hamîdenin
kemaline tercüman olan “Muhammedü’l-emîn” ünvanıy-
la iştihar etmiştir. Hazret-i Aişe (
rA
) her vakit derdi:
ahlâk-ı hamîde:
övülmüş ahlâk.
ahlâk-ı hasene:
güzel ahlâk, güzel
huy.
asır:
yüzyıl, asır.
ayn-ı muhammed:
Hz. Muham-
med’in (
ASM
) tâ kendisi.
ayn-ı sıdk:
doğruluğun tâ kendisi.
basiret:
.
birader:
kardeş, dost.
cami:
kapsamlı.
dâhil:
içinde.
dakik:
ince, hassas.
evvel:
önce.
had:
yetki, değer.
hak:
doğru.
hakikat:
.
hakikat:
gerçek.
i’caz:
bir benzerini yapmakta baş-
kalarını âciz bırakma, mu’cizelik.
icma:
bir konu üzerinde fikir birli-
ğine varma, fikir birliği.
insaf:
hakkı teslim esasına daya-
nan ılımlı davranış, adaleti ve hak-
kı düşünerek davranma, vicdana
uygun hareket.
irşat:
doğru yola yöneltme, aydın-
latma.
iştihar etmek:
tanınmak, meşhur
olmak.
kabile:
nevi, sınıf, cins, tür.
kemal:
mükemmellik, olgunluk.
kinaî:
maksadı, kapalı bir şekilde
ve dolaylı olarak anlatmayla ilgili.
lâfız:
söz, kelime.
lemaat:
parıltılar.
meselâ:
misal olarak.
meslek:
yol, usul, gidiş.
mezhep:
gidilen, tutulan, takip
edilen yol.
mu’cize:
olağanüstü olay; insanın
yapmaktan âciz kaldığı olay.
mu’cize-i muhammedî:
Peygam-
ber Efendimizin (
ASM
) mu’cizesi.
muhammedü’l-Emîn:
her bakım-
dan güvenilir olan Peygamberimiz
(
ASM
).
müstağni:
ihtiyacı olmayan.
müstetbeatü’t-terakip:
sözdeki,
birbirine bağlı, işaretli manalar. Ke-
limelerin kullanış ve tarzlarından
hareketle onların zımnında bulun-
duğu anlaşılan manalar.
nazar:
bakış.
nazil:
nüzul eden, inen.
neam:
evet, pek güzel; öyledir.
nefs-i hak:
hak ve doğruluk isteği.
nevi:
tür.
nurefşan:
nur saçan, aydınlatan.
nübüvvet:
nebîlik, peygam-
berlik.
tağlit etmek:
yanıltmak, ya-
nıltılmak.
tedlis:
hile.
tercüman:
tercüme eden, çe-
viren.
tesir etmek:
etkilemek, iz bı-
rakmak.
ümmet:
hak dine davet et-
mek için Allah tarafından ken-
dilerine peygamber gönderi-
len ve bu peygambere inanıp
bağlanan cemaat, topluluk.
ünvan:
ad, isim, lâkap.
vakit:
zaman.
yüce:
yüksek.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük ve haşmet sahibi olan zat,
Allah.
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî
| 556 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Dedi, söyledi.
2.
Evet, mu’cize olan Kur’ân’ı öğretene yemin olsun ki, müjdeleyici ve uyarıcı olan zatın nazarı
ve keskin basireti, hakikati hayale karıştırmaktan veya benzetmekten daha yüce, daha
dakik, daha parlak ve daha etkilidir. Hak olan mesleği ise, insanları aldatmak veya yanılt-
maktan müstağni, pek yüksek, pek temiz ve pek yücedir.
3.
Hiç şüphesiz sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin. (Kalem Suresi: 3.)