Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 548

Altıncı Unsur:
tazammun ettiği ve tesis ettiği
“din-i İslâm”dır ki, onun misline ne mazi muktedir ol-
muş, ne müstakbel muktedir olabilir.
Yedinci Menba:
Şu altı menbadan çıkan envar-ı
sittenin imtizacından tevellüt eden hüsn-i hakikîden hâsıl
olan “zevk-i i’caz”dır ki; hadsen bilinir, tabirine lisan ve
fikir kàsırdır.
Şimdi o yedi menabiden yalnız birinci menbadan ikin-
ci cüz’ü olan belâgat-i nazım noktasında duhat-ı belâgat
olan Abdülkahir-i Cürcanî, zemahşerî, sekkâkî, Câhız,
üç tarik ile i’cazın vücuduna kat’iyen hükmetmişlerdir.
Birincisi:
kavm-i Arap bedevî, ümmî, kendilerine
münasip bir muhit-i acipte uzanmışken, beşerdeki inkılâ-
bat-ı azîme onları uyandırmış; divanları şiir, ilimleri belâ-
gat, medar-ı mefharetleri fesahat olmuş. Akvamın en ze-
kisi, cevelân-ı zihne en muhtacı olduğu bir mevsim-i ba-
har zamanında, kur’ân, haşmet-i belâgatiyle kureyş
maşrıkından tulû etti. Cidar-ı kâbe’de altın ile yazılmış
olan temasil-i belâgatlerinden Muallâkat-ı seb’ayı sildi,
söndürdü. İ’cazı iddia ve muarazaya davet ederek, o
ümera-i belâgat ve hükkâm-ı fesahat, asabî, şedidü’ş-şe-
kime kavmin şiddetle asabına dokundurdu. damar-ı asa-
biyetini tahrik ve izzet-i nefislerini levm ve tesfih ve ter-
zil ile kırdı. en hassas hiss-i mezhebîlerini tadlile, gale-
yana getirdiği hâlde, uzun bir zamanda tahaddi ile mey-
dan okuyordu. o mağrur, mütekebbir, izzet-i nefisleri
yaralanmış büleğa muaraza edemediler. eğer iktidarları
akvam:
kavimler, milletler.
asabî:
sinirli, öfkeli.
asap:
sinirler, sinir sistemi.
bedevî:
göçebe; çölde yaşayan.
belâgat:
yerinde, hâl ve makama
uygun söz söyleme.
belâgat-i nazım:
nazımdaki belâ-
gat, tertipteki, dizilişteki belâgat.
beşer:
insan.
büleğa:
güzel söz söyleme sanatı
ile meşgul olanlar, edabiyatçılar.
cevelân-ı zihin:
zihni faaliyet, zih-
nin hareketi.
cidar-ı kâbe:
Kâbe duvarı.
cüz:
parça.
damar-ı asabiyet:
sinirlilik damarı.
davet etmek:
çağırmak.
din-i ‹slâm:
‹slâm dini.
divan:
kayıt defteri.
duhat-ı belâgat:
belâgatte son
derece anlayışlı ve zekâ sahibi
olan.
envar-ı sitte:
altı nur.
fesahat:
dilin doğru, düzgün, açık
ve akıcı şekilde kullanılması.
galeyan:
coşma, çalkalanma.
hadsen:
sezmekle, sezerek.
hâsıl:
sonuç, netice.
hassas:
duyarlı.
haşmet-i belâgat:
yerinde, hâl ve
makama uygun söy söylemedeki
muhteşemlik.
hiss-i mezhebî:
mezhebe ait,
onunla ilgili his, inanç bakımından
tutulan yoldan kaynaklanan duy-
gu.
hükkâm-ı fesahat:
güzel ve düz-
gün söz söylemede ileri gelenler,
fesahat konusunda söz sahipleri.
hükmetmek:
karar vermek.
hüsn-i hakikî:
gerçek iyilik, asıl
güzellik.
i’caz:
âciz bırakma, mu’cizelik.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma, da-
va etme.
iktidar:
güç yetme, yapabilme.
imtizaç:
uyuşma, uygunluk, bağ-
daşma.
inkılâbat-ı azîme:
büyük değişik-
lik.
izzet-i nefis:
kişinin insanî değer
ve haysiyeti, vakarı.
kàsır:
noksan, eksik.
kat’iyen:
kat’î olarak, kesinlikle.
kavim:
aralarında dil, âdet, örf,
kültür birliği olan insan topluluğu.
kavm-i arab:
Arap milleti.
levm:
zemmetme, çekiştirme,
aleyhinde bulunma, kınama.
lisan:
dil, söz.
mağrur:
gururlu, kendini beğenen.
maşrık:
güneşin doğduğu yer, do-
ğu.
mazi:
geçmiş zaman.
medar-ı mefharet:
övünme, ifti-
har duyma sebebi.
menabi:
kaynaklar.
menba:
kaynak.
mevsim-i bahar:
bahar mevsimi.
misil:
benzer, eş.
muallâkat-ı seb’a:
yedi askı;
Kur’ân nazil olmadan önce,
meşhur Arap şairlerinin en be-
ğenilmiş şiirlerinden, Kâbe’nin
duvarına asılmış olanları.
muaraza:
sözle karşılıklı mü-
cadele, söz mücadelesi.
muhit-i acip:
tuhaf, hayret ve-
ren çevre.
muhtaç:
ihtiyaçlı.
muktedir:
iktidarlı, gücü ye-
ten.
münasip:
uygun.
müstakbel:
gelecek zaman.
mütekebbir:
kibirlenen, ken-
dini beğenmiş, kibirli, büyük-
lük taslayan, büyüklenen.
şedidü’ş-şekime:
çok kibirli.
tabir:
yorum, yorumlama.
tadlil:
dalâletle suçlama.
tahaddi:
meydan okuma.
tahrik:
kışkırtma.
tarik:
yol.
tazammun:
içine alma.
temasil-i belâgat:
iyi, güzel,
pürüzsüz söz temsilleri, suret-
leri.
terzil:
rezil etme, itibarını dü-
şürme.
tesfih:
sefih görme, sefih say-
ma, ahlâksızlık isnat etme.
tesis etme:
kurma, meydana
getirme.
tevellüt:
doğma, doğum.
tulû etmek:
görünmek, mey-
dana çıkmak; doğmak.
unsur:
madde.
ümera-i belâgat:
belâgat li-
derleri.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan.
vücut:
varlık.
zevk-i i’caz:
mu’cize oluşun
verdiği zevk.
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
n
-n
eBî
| 548 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1...,538,539,540,541,542,543,544,545,546,547 549,550,551,552,553,554,555,556,557,558,...790
Powered by FlippingBook