maverasından ıttılâ-ı tam ve melekeyi gösteren fezlekeler
mümkün değildir. evet, kelâm-ı vahit iki mütekellimden
çıkarsa, birinin cehline ve ötekinin ilmine bazı umur-i
mermuze-i gayr-i mesmua ile delâlet eder.
ey benimle
(HaşİYe)
hayalen seyrüsefer eden birader-i
vicdan! geniş bir nazar ve muvazene ile kendi hayalinde
muhakeme etmek için, sevabık-levahıktan bir meclis-i âli-
yeyi teşkil ve gelecek on üç kaidelerle müşavere et. İşte:
• Bir şahıs çok fünunda mütehassıs ve meleke sahibi
olmaz.
• Hem de bir kelâm, iki mütekellimden mütefavittir;
başkalaşır.
• Ve hem de fünun, mürur-i zaman ile telâhuk-i efkâ-
rın neticesidir.
• Hem de müstakbeldeki bedihî bir şey, mazide naza-
rî olabilir.
• Hem de maziyi müstakbele kıyas etmek bir kıyas-ı
hâdi-i müşebbittir.
• Hem de ehl-i veber ve bâdiyetin besateti ise, ehl-i
meder ve medeniyetin hile ve desaisine mütehammil de-
ğildir. evet, hile medeniyetin perdesi altında tesettür
edebilir.
lık.
meleke:
bir şeyi çok defa tekrarla-
yarak ve tecrübe ederek meyda-
na gelen bilgi ve maharet.
muhakeme etmek:
akıl yürütüp
doğru netice elde edebilmek, tart-
mak, değerlendirmek, yargılamak.
muvazene:
karşılaştırma.
mümkün:
imkân dâhilinde, olabi-
lir.
mürur-i zaman:
zamanın geçme-
si, zaman aşımı; zamanla.
müstakbel:
gelecek zaman.
müşavere etmek:
istişare etmek,
bir konuda bilen ve güvenilen
kimselerin görüşünü almak, danış-
ma.
mütefavit:
birbirinden farklı, çeşit-
li olan, aralarında fark bulunan,
farklı.
mütehammil:
tahammül eden,
dayanan, dayanıklı.
mütehassıs:
ihtisası olan, ihtisas
sahibi, bir ilim dalında veya bir
meslekte derin bilgi sahibi olan,
işinin erbabı olan, uzman.
mütekellim:
kelâm ilmini iyi bilen
bilginler, kelâmcılar.
nazar:
bakış.
nazarî:
yalnız görüş hâlinde bulu-
nan, teorik.
netice:
sonuç.
saffetkâr:
saflık, temizlik örneği.
sevabık-levahık:
geçmiş şeyler,
geçmiş hâller ile eklenen şeyler,
ilâveler.
seyrüsefer:
yolculuk.
şahıs:
kişi, kimse, fert.
tağyir etmek:
değiştirmek, başka-
laştırmak.
telâhuk-i efkâr:
fikirlerin birbiri
peşine gelip birleşmesi, katılaşma-
sı, birbirine eklenmesi.
tesettür etmek:
gizlenmek, sak-
lanmak.
teşkil:
meydana getirme.
umur-i mermuze-i gayr-i mes-
mua:
duyulmamış açıktan değil
de işaretle anlatılmış hususlar, iş-
ler.
ziyade:
fazla, çok.
bedihî:
açık olan.
besatet:
basitlik, sadelik, kar-
maşık olmama hâli.
birader-i vicdan:
vicdan kar-
deşi.
cehil:
cahillik, bilmezlik, ilim-
den mahrum olmaklık.
delâlet etmek:
delil olmak,
göstermek.
desais:
vesveseler, desiseler,
hileler, oyunlar, el altından ya-
pılan işler.
ehl-i meder ve medeniyet:
şehirliler, şehir halkından olan-
lar, uygar, görgülü, kibar ve
nazik insanlar.
ehl-i veber ve bâdiye:
mede-
niyetten uzak kırda çölde ya-
şayan.
fezleke:
özet, netice.
fünun:
fenler, bilimler.
günahkâr:
günah işleyen.
haşiye:
dipnot.
hayalen:
hayal olarak, hayalî
bir şekilde, zihinde tasarlayıp
canlandırarak.
hile:
aldatmaya yönelik dü-
zen, desise.
ıttılâ-ı tam:
tam bilgilenme,
tam bilme.
ibarat:
ibareler, anlatımlar,
cümleler.
kaide:
kural, esas, düstur.
kelâm:
söz, konuşma.
kelâm-ı vahit:
bir söz.
kıyas etmek:
karşılaştırmak.
kıyas-ı hâdi-i müsebbit:
tes-
pit edilen, devamlı kılan aldatı-
cı kıyas.
mavera:
geri, bir şeyin ötesin-
de, arkasında bulunan, öte.
mazi:
geçmiş zaman.
meclis-i âliye:
yüksek bir
meclis, ulu kişilerin topluluğu.
medeniyet:
medenîlik, uygar-
HaşİYe:
Şimdikinden daha az günahkâr, ziyade saffetkâr eski said’in şu
makamlardaki ibaratını tağyir etmek istemedim.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 541 |
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî