Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 539

değil, belki gayet kesîr tecarübün mahsulü olan fünunun
kavaniniyle öyle bir nizam ve adaleti tesis ediyor ki, isti-
dat-ı beşerin kameti, netaic-i efkârı teşerrübünden tekeb-
bür ederse, o şeriat dahi tevessü ederek ebede teveccüh
eder. kelâm-ı ezelî’den geldiğini ilân etmekle beraber,
iki âlemin saadetini temin eder. İnsaf eder isen, yalnız o
zamanın insanlarının değil, belki nev-i beşerin tavkı hari-
cinde göreceksin; meğer evham-ı seyyie senin şu tarafa
müteveccih olan fıtratının tarfını çürütmüş ola.
Dördüncüsü:
Cumhurun istidat-ı efkârı derecesinde
şeriatın irşat etmesidir. Şöyle ki:
Cumhurun âmîliği için hakaik-ı mücerredeyi, me’lûfla-
rı vasıta olmaksızın adem-i telâkkileri sebebiyle müteşa-
bihat ve teşbihat ve istiarat ile tasvir etmesidir. Hem de
fünun-i ekvanda cumhurun hiss-i zahir sebebiyle, hilâf-ı
vakii zarurî telâkki etmekle beraber, mebadi basamakla-
rı adem-i in’ikad ve tekemmülünden, mağlâtaların varta-
larına düşmemek için, şeriat öyle mesailde ipham etti ve
mutlak bıraktı. lâkin, hakikati imadan hâlî bırakmadı.
Beşincisi:
Bir nokta. tevatür-i kat’î ile sabittir ki:
nebî-i kureyşî (
AsM
) getirdiği dine, tebliğ ettiği şeriata
herkesten ziyade mutekit, evamirine sırran ve cehren
herkesten ziyade mümtesil, nevahîsinden herkesten zi-
yade müçtenip, mevâidine herkesten ziyade mutmain,
vaîdlerine herkesten ziyade mü’min ve müttakî ve ihba-
ratına herkesten ziyade musaddık ve kur’ân’a herkesten
ziyade muazzim ve ibadete herkesten ziyade âşık ve
manasız söz, karşısındakini yanılt-
mak için söylenen boş lâkırdı.
mahsul:
hâsıl olan, meydana ge-
len şey, ürün.
me’lûf:
alışılmış, ülfet edinilmiş.
mebadi:
evveller, başlangıçlar.
mesail:
meseleler, problemler.
mevâid:
söz verilenler, vaat edi-
lenler.
muazzim:
sabredici.
musaddık:
tasdik eden, gerçekliği-
ni doğrulayan, gerçek ve geçer ol-
duğunu bildiren.
mutekit:
inançlı, dindar, dini bü-
tün.
mutlak:
kayıtsız, şartsız.
mutmain:
emin, şüphesi olmayan.
mü’min:
iman eden, inanan.
müçtenip:
içtinap eden, kaçınan.
mümtesil:
imtisal eden, aldığı em-
re uyan, boyun eğen.
müteşabihat:
birbirine benzeyen-
ler.
müteveccih:
yönelen.
müttakî:
ittika eden, sakınan, çe-
kinen, günah ve haramdan uzak
duran, takva sahibi.
nebî-i kureyşî:
Kureyş kabilesin-
den çıkan peygamber; Hz. Mu-
hammed (
ASM
).
netaic-i efkâr:
fikirlerin neticesi.
nevahî:
yasaklanmış şeyler, ya-
saklar.
nev-i beşer:
insan soyu, insanlar,
insan türü.
nizam:
düzgünlük, tertip.
nokta:
konu, bölüm.
saadet:
mutluluk.
sırran:
sır olarak, gizlice.
şeriat:
din.
tarf:
bakış, görüş.
tasvir etmek:
tanımlamak.
tavk:
takat, güç.
tebliğ etme:
ulaştırma, bildirme.
tecarüp:
tecrübeler, denemeler.
tekebbür:
kibirlenme.
tekemmül:
mükemmelleşme.
telâkki:
anlama, kabullenme.
temin etmek:
sağlamak.
tesis etmek:
kurmak.
teşbihat:
benzetmeler, teşbihler.
teşerrüb:
su gibi içme.
tevatür-i kat’î:
doğruluğu şüphe
ve tereddüde mahal bırakmaya-
cak derecede kesin olan rivayet,
haber.
teveccüh etmek:
yönelmek.
tevessü:
genişleme, yayılma.
vaîd:
iyliğe sevk ve kötülükten
kurtarmak için korkutmak.
varta:
uçurum, tehlike.
zarurî:
mecburî, zorunlu, ister iste-
mez.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si, hakkaniyet, âdillik.
adem-i in’ikad:
karara varma-
ma, kararsızlık.
adem-i telâkki:
anlayışsızlık.
âlem:
dünya.
âmî:
âlim olmayan sıradan
kimse.
cehren:
açıktan, alenen, aşi-
kâr.
cumhur:
halk, ahali, umum
topluluk.
ebed:
sonu olmayan.
evamir:
emirler, buyruklar,
buyrultular, işler.
evham-ı seyyie:
kötü kurun-
tular, vesveseler.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, huy.
fünun:
fenler, ilimler.
fünun-i ekvan:
kâinata ait
fenler, ilimler.
gayet:
son derece.
hakaik-ı mücerrede:
karışık
olmayan yalnız gerçekler, ha-
kikatler.
hâlî:
boş.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı.
hilâf-ı vaki:
gerçeğe zıt, vuku
bulana aykırı.
hiss-i zahir:
dış görünüşün
uyandırdığı his.
ihbarat:
ihbarlar, bildirmeler.
ima:
dolaylı, üstü kapalı ifade
etme.
ipham:
sözün anlaşılamaya-
cak derecede kapalı olması.
irşat etme:
aydınlatmak.
istiarat:
bir kelimeyi başka bir
manada kullanma sanatı.
istidat-ı beşer:
insanın kabili-
yeti, yeteneği.
istidat-ı efkâr:
fikren gelişmiş-
lik, anlayışın güçlü olması.
kamet:
derece, mertebe.
kavanin:
kanunlar, yasalar.
kelâm-ı Ezelî:
ezelî söz, varlı-
ğına başlangıç olmayan Al-
lah’ın sözü; Kur’ân-ı Kerîm
ayetleri.
kesîr:
parçalanmış, dağılmış,
kırılmış.
mağlâta:
mugalâta, zihin ka-
rıştıracak saçma söz, boş ve
Eski said dönEmi EsErlEri
| 539 |
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
n
-n
eBî
1...,529,530,531,532,533,534,535,536,537,538 540,541,542,543,544,545,546,547,548,549,...790
Powered by FlippingBook