icma ile sabittir ki, bütün ahlâk-ı hamîdenin en ekmeline
maliktir.
ey Birader! görüyorsun ki, bir adam yalnız şecaatle
meşhur olursa o şöhret ona verdiği haysiyeti ihlâl etme-
mek için kolaylıkla yalana tenezzül etmez. nerede kaldı
ki, cemî ahlâk-ı âliye birden tecemmu ede... evet, mec-
muda bir hüküm bulunur, fertte bulunmaz.
netice:
tarih ve siyer ve âsâr nokta-i nazarında dikkat
olunursa, Muhammed Aleyhisselâm dört yaşından kırk
yaşına kadar, lâsiyyema hararet-i gariziyenin şiddet-i ilti-
habı zamanında kemal-i istikametle ve kemal-i metanet-
le ve tamam-ı ıttırad-ı ahval ile ve müsavat ve muvaze-
net-i etvarıyla ve nihayet iffet ile ve hiçbir hileyi ima et-
memekle beraber yaşadığını
(HaşİYe 1)
nazara alınırsa;
sonra, istimrar-ı ahlâkın zamanı olan kırk seneden son-
ra o inkılâb-ı azîm nazara alınırsa, haktan geldiğini ve
hakikat olduğunu tasdik etmez ise, nefsine levm etsin.
zira zihninde bir sofestaî gizlenmiş olacaktır.
Hem de en hatarlı makamlarda –gàrda
(HaşİYe 2)
gibi–
tarik-ı halâsı mefkut iken ve haytü’l-emel bihasebilâde
kesilirken, gayet metanet ve kemal-i vüsuk ve nihayet
itminan ile olan hareket ve hâl ve tavrı, nübüvvet ve
ciddiyetine şahid-i kâfidir ve hak ile temessük ettiğine
delildir.
iffet:
namus, ırz.
ihlâl etmek:
bozmak, çiğnemek.
ima:
üstü kapalı ifade etme.
inkılâb-ı azîm:
büyük değişiklik.
istimrar-ı ahlâk:
tabiat, huy ve
karakterin devamlılık kazanması,
oturmuş ahlâk.
itminan:
emin olma.
kemal-i istikamet:
mükemmel
bir şekilde akıl, şehvet ve gazap
kuvvelerinin vasat mertebelerine
sahip bulunmak.
kemal-i metanet:
tam ve mü-
kemmel bir dayanıklık.
kemal-i vüsuk:
güvenin son dere-
cesi, tam bir itimat.
lâsiyyema:
bilhassa, hususan,
özellikle.
levm etme:
kınama, paylama.
makam:
manevî mevki.
malik:
sahip.
mecmu:
toplam, tüm.
mefkud:
yok, kayıp, olmayan, bu-
lunmayan, bilinmeyen.
mesturiyet:
gizlilik.
metanet:
metin olma, dayanıklı-
lık, sağlamlık.
muhafaza etmek:
korumak.
muvazenet-i etvar:
tavır ve dav-
ranışlardaki denge.
müsavat:
eşitlik.
nazar:
bakış.
nefis:
bir şeyin kendisi.
nihayet:
son derece.
nokta-i nazar:
görüş açısı, bakış
açısı; görüş, fikir.
nübüvvet:
nebîlik, peygamberlik,
Allah’ın elçiliği, peygamberlik hâl
ve şanı.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
siyer:
Hz. Muhammed’in (
ASM
) ha-
yatının bütün safhalarını anlatan,
vasıflarını nakleden eserler.
sofestaî:
eski Yunan felsefesinde
hiçbir şeyin mutlak hakikatinin ol-
madığı, her şeyin ölçüsünün insa-
nın bilgisine dayalı olduğu inancını
savunarak değerleri ve ahlâkı sor-
gulayarak tahrip etmeye çalışan
kimse.
şahid-i kâfi:
yeterli şahit, tanık.
şecaat:
kahramanlık, cesaret.
şiddet-i iltihap:
alevlenmenin, tu-
tuşmanın fazla olması.
tamam-ı ıttırad-ı ahval:
durumla-
rın birbirini izleyip, herhangi bir
bozukluk olmadan tamamlanma-
sı.
tarik-ı halâs:
kurtuluş yolu.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tavır:
davranış, tutum.
tecemmu etmek:
toplanmak.
temessük etmek:
yapışmak, sarıl-
mak.
tenezzül etmek:
kendine aykırı
düşen bir işi veya durumu kabul
etmek, alçalmak.
zira:
çünkü.
ahlâk-ı âliye:
yüksek ahlâk,
yüce ahlâk, üstün ahlâk.
ahlâk-ı hamîde:
pek çok öv-
güye lâyık ahlâk.
aleyhisselâm allah’ın selâmı
onun üzeri
ne olsun.
âsâr:
eserler.
bihasebilâde:
âdete uygun
şekilde; kural ve kaidelere uy-
gun olarak.
cemî:
cümle, hep, bütün.
delil:
şahit, belge, tanık.
ehl-i inat:
bir konuda, bir hu-
susta ısrarlı olanlar.
ekmel:
en mükemmel, en ol-
gun, en eksiksiz.
fert:
birey.
gàr:
mağara; Sevr Mağarası.
gayet:
son derece.
hak:
doğru.
hakikat:
gerçek.
hâl:
içinde bulunulan durum
ve şartların bütünü.
hararet-i gariziye:
vücudun
normal ısısı.
haşiye:
dipnot.
hatar:
tehlike.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
haytü’l-emel:
ümit ipi, hayat-
ta kalma ümidi.
hile:
aldatmaya yönelik dü-
zen, desise.
hüküm:
yargı.
icma:
müçtehit olan ‹slâm
âlimlerinin dinî bir konuda gö-
rüş birliğine varmaları.
HaşİYe 1:
Hile, mesturiyetini öyle ehl-i inada karşı muhafaza edemez.
HaşİYe 2:
(1)
Én
æn
©n
e %G s
¿
p
G r
?n
în
J n
’
demiş.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 531 |
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî
1.
Korkma Allah bizimle beraberdir.