evet, peygamberin (
AsM
) delil-i sıdkı her bir hareket,
her bir hâlidir. nebî-i kureyşînin her bir hâli ve hareketi
mazbut-i ümmettir. Çünkü menabi-i şeriattır. evet, her
bir hareketinde adem-i tereddüt ve muterizlere adem-i il-
tifat ve muarızlara adem-i mübalât ve muhalif olanlardan
adem-i tahavvüfü, sıdkını ve ciddiyetini gösteriyor. Hem
de evamirinde hakikatin ruhuna olan isabeti hakkıyetini
gösterir.
elhâsıl:
Hileyi ve adem-i vüsuku ve itminansızlığı ima
eden tahavvüf ve tereddüt ve telâş ve mübalât gibi umur-
lardan müberra iken bilâperva ve kuvvet-i itminanla en
hatarlı makamlarda olan hareketi ve nihayette olan isa-
beti ve iki âlemde semere verecek olan zîhayat kaideleri
harekâtıyla tesis ettiğine binaen, her bir fiil ve her bir
tavrının iki taraftan yani bidayet ve nihayetten ciddiyeti
ve sıdkı nazar-ı ehl-i dikkate arz-ı didar ediyor. Bahusus
mecmu-i harekâtının imtizacından ciddiyet, hakkıyet
şule-i cevvale gibi; ve in’ikâsından ve muvazenatından
sıdk ve isabet berk-i lâmi gibi tezahür ve tecelli ediyor.
Şimdi mesele-i âliye-i zatiyeyi temaşa ve ziyaret et-
mekten evvel dört nükteyi bilmek lâzımdır:
Birincisi:(1)
p
? t
ën
µs
àdÉn
c o
? r
ën
µ
r
dG ¢ n
ù r
«n
d
kaidesine binaen
sun’î ve tasannuî olan bir şey ne kadar mükemmel olsa
da tabiî yerini tutmadığından, hey’etinin feletatını, mü-
zahrefiyetini ima edecektir.
hile:
aldatmaya yönelik düzen,
desise.
ima etmek:
dolaylı, üstü kapalı
ifade etmek.
imtizaç:
uyuşma, uygunluk, bağ-
daşma.
in’ikâs:
aksetme, yansıma.
isabet:
uygunluk, yerini bulma.
itminansızlık:
emin olmamak, ke-
sin bilmemek.
kaide:
kural, esas, düstur.
kuvvet-i itminan:
bildiğinden
emin olmanın verdiği güç.
makam:
manevî mevki.
mecmu-i harekât:
hareketlerin
hepsi.
menabi-i şeriat:
Allah tarafından
bildirilen, ‹lâhî emirlerin kaynağı.
mesele-i âliye-i zatiye:
âlî, yüce
kişiliği ile ilgili konu.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
muhalif:
zıt, karşıt.
muteriz:
itiraz eden, karşı çıkan.
muvazenat:
dengeler.
mübalât:
himaye, kayırma, koru-
ma.
müberra:
temize çıkmış, aklan-
mış; müstesna, azade.
mükemmel:
kemal bulmuş, kâ-
mil, eksiksiz, tam.
müzahrefiyet:
fıtrî olmamaklık,
yapmacıklık, yalandan oluş.
nazar-ı ehl-i dikkat:
meselelere
dikkatle yaklaşanların bakışı.
nebî-i kureyşî:
Kureyş kabilesin-
den olan peygamber, Hz. Muham-
med (
ASM
).
nihayet:
son, uç.
nükte:
ince ve derin anlam.
ruh:
cevher, öz.
semere:
meyve, güzel netice.
sıdk:
samimîlik, doğru sözlülük,
söz ile fiilin birbirine uyması, oldu-
ğu gibi görünüp göründüğü gibi ol-
ma esası.
sun’î:
yapmacık, uydurma, sahte.
şule-i cevval:
sürekli hareket ede-
rek etrafına ışık saçan parıltı.
tabiî:
katıksız, hilesiz, saf; sun’î ol-
mayan, normal.
tahavvüf:
korku, korkma.
tasannuî:
yapmacıklıkla ilgili, sah-
teliğe ait.
tavır:
davranış.
tecelli:
görünme, yansıma.
temaşa:
bakma, seyretme.
tereddüt:
kararsızlık, karar vere-
meme, şüphede kalma.
tesis etmek:
kurmak, meydana
getirmek.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
umur:
işler, hususlar, maddeler,
şeyler.
zîhayat:
hayat sahibi.
adem-i iltifat:
dikkate alma-
ma, engel olmak isteyenleri
önemsemeyerek doğru bildiği
yönde hareket etme.
adem-i mübalât:
aldırış etme-
me, itina göstermeme.
adem-i tahavvüf:
korkusuz-
luk, korku yokluğu.
adem-i tereddüt:
tereddüdün
olmaması, kararlılık durumu.
adem-i vüsuk:
güvensizlik,
sağlam olmama; güven olma-
yış.
âlem:
dünya.
arz-ı didar etmek:
çehresini,
güzelliğini göstermek.
bahusus:
özellikle.
berk-i lâmi:
parıldayan şim-
şek, parlak şimşek.
bidayet:
başlangıç.
bilâperva:
korkusuzca, çekin-
meden.
binaen:
… den dolayı, nede-
niyle.
delil-i sıdk:
doğruyu gösteren
delil, doğru delil.
elhâsıl:
sonuç olarak, özetle.
evamir:
emirler, buyruklar.
feletat:
kişinin göründüğü gibi
olmadığını belli eden tavırlar,
falsolar.
hakkıyet:
hak oluş, doğru
oluş.
hâl:
durum, tavır, davranış.
harekât:
hareketler, davranış-
lar.
hatar:
tehlike.
hey’et:
yapı, şekil, biçim.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 529 |
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî
1.
Sun’î karagözlülük, doğuştan karagözlülük gibi olmaz.