meclis-i vahit, bir zaman-ı vahidin ehli gibi tanzim eden
öyle bir adaleti tesis eder ki, eğer o şeriatın nevamisin-
den sual edersen, “nereden geliyorsunuz ve nereye gi-
deceksiniz?”; sana şöyle cevap verecekler ki: “Biz, ke-
lâm-ı ezelîden gelmişiz. nev-i beşerin selâmeti için, ebe-
din yolunda refakat için ebede gideceğiz. Şu dünya-i fâ-
niyeyi kestikten sonra bizim sûrî olan irtibatımız kesilir
ise de, daima maneviyatımız beşerin rehberi ve gıda-i ru-
hanîsidir.”
e?a
Şeriatın Ferde, Nev’e, Medeniyete Karşı
Birkaç Nüktesi
Bi r i n c i Nü k t e :
Vicdanın anasır-ı erbaası ve ru-
hun dört havassı olan irade, zihin, his, lâtife-i rabbaniye
her birinin bir gayatü’l-gayatı vardır:
• İradenin ibadetullahtır,
• zihnin marifetullahtır,
• Hissin muhabbetullahtır,
• lâtifenin müşahedetullahtır.
İbadet-i kâmile dördünü tazammun eder. Şeriat, şun-
ların itidal ve muvazenetlerini muhafaza ve gayatü’l-ga-
yatına sevk ettiği gibi, nefsin fıtraten serbest bırakılmış
olan kuva-i selâsesini ifrat ve tefritten kurtarıp hikmet, if-
fet, şecaati tazammun eden adalet noktasına sevk eder.
hî hakikatlerin hissedilmesine ve
manevî zevklerin alınmasına yara-
yan his, duygu.
maneviyat:
mana âlemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait şeyler.
marifetullah:
Allah’ı tanıma, bil-
me.
meclis-i vahit:
bir topluluk.
medeniyet:
medenîlik, uygarlık.
muhabbetullah:
Allah sevgisi.
muhafaza:
koruma.
muvazenet:
dengelilik.
müşahedetullah:
‹lâhî sırları ve
tecellileri seyretme, Hakkı seyr ü
temaşa etme, ‹lâhî âlemi görme,
hakkalyakin hâli.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan, hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nevamis:
kanunlar, şeriatlar.
nev-i beşer:
insan soyu, insanlar,
insan türü.
nevi:
tür.
nükte:
ince ve derin anlam.
refakat:
refiklik arkadaşlık.
rehber:
yol gösteren, kılavuz, delil.
ruh:
cevher, can.
selâmet:
salimlik, eminlik; sıkıntı,
korku ve endişeden uzak olma.
sevk etmek:
önüne katıp sürmek,
yöneltmek.
sual:
soru.
sûrî:
görünüşte olan, şeklî.
şecaat:
kahramanlık, cesaret; öfke
duygusunun orta derecesi.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, ‹lâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi, ‹slâmiyet.
tanzim etmek:
düzeltmek, dü-
zenlemek, yoluna koymak.
tazammun etmek:
içine almak,
içermek.
tefrit:
ortalamanın altında kalma,
tersine aşırılık, ifratın zıddı.
tesis etmek:
kurmak, meydana
getirmek.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan.
zaman-ı vahit:
bir zaman.
zihin:
hafıza, bellek.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si, hakkaniyet, âdillik.
anasır-ı erbaa:
dört temel un-
sur.
beşer:
insan.
daima:
sürekli.
dünya-i fâniye:
geçici dünya,
ölümlü dünya hayatı.
ebed:
sonu olmayan.
ehil:
ait.
fert:
birey.
fıtraten:
yaratılış itibarıyla.
gayatü’l-gayat:
erişilmek iste-
nen asıl amaca ulaşmaya vesi-
le olan amaç.
gıda-i ruhanî:
ruha ait gıda.
havâs:
hasseler, duyular, duy-
gular.
hikmet:
her şeyin belirli gaye-
lere yönelik olarak, manalı,
faydalı ve tam yerli yerinde ol-
ması.
his:
duygu.
ibadet-i kâmile:
ibadetin mü-
kemmel ve tam olması.
ibadetullah:
Allah’a kulluk.
iffet:
namus, ırz.
ifrat:
aşırı, aşırılık, haddinden
geçme, pek ileri gitme.
irade:
dileme, isteme.
irtibat:
bağlantı, münasebet.
itidal:
aşırı olmama, orta hâlde
olma, ölçülülük.
kelâm-ı Ezelî:
ezelî söz, varlı-
ğına başlangıç olmayan Al-
lah’ın sözü.
kuva-i selâse:
üç güç: akliye,
gadabiye, şeheviye.
lâtife:
Allah’ın yalnız kendi
sevgisi için yarattığı, kalbe
bağlı ince duygu.
lâtife-i rabbaniye:
Allah’ın
yalnız kendi sevgisi için yarat-
tığı, kalbe bağlı ince duygu; ‹lâ-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 543 |
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî