Sen ol nur-i cemalullahsın kim, hüsn-i aşkındır,
Çerağ-ı leyle-i esra, sirac-ı kurb-i ev edna.
Acep bir kâbe-i ismetsin ey ruh-i beheştî kim,
Olur hâk-i harîmin secdegâh-ı Âdem ve Havva.
Acep bir mushaf-ı hikmetsin ey feyz-i ilâhî kim,
eder her nakş-ı hüsnün şerh-raz-ı alleme’l-esma.
kitab-ı hüsnün her safhası bir sure-i i’caz,
Hatt-ı ruhsarının her noktası bir ayet-i kübra.
Üçüncüsü:
İnşikak-ı kamerdir. ki, şu mu’cize-i küb-
ra, kamer gibi, zulmet-i evhamı dağıtır. zira hiçbir kuv-
ve-i arziye semavata tesir edemez. güya, kalb-i sema
olan kamer, mübarek kalbiyle inşikakta bir münasebet
peyda etmek için sine-i saf ve berrağını, şahadet parma-
ğının işaretiyle iştiyaken şakk u çâk etmiştir.
İnşikak-ı kamer mütevatir-i bilmanadır.
(1)
o
ôn
ªn
?r
dG s
?n
°ûr
fGn
h
olan ayet-i kerîme ile o inşikak vaki olduğu kat’iyen sa-
bittir. zira, kur’ân’ı inkâr eden mülhitler dahi bu ayetin
manasına ilişememişler. kat’î olmasa idi, öyle münkirle-
re en büyük sermaye-i itiraz olurdu. İtimada şayan olma-
yan bir tevil-i zaiften başka, zahirden tahvil edilmemiştir.
İnşikak hem anî, hem gece, hem vakt-i gaflette, hem şu
zaman gibi asumana adem-i tarassut, hem vücud-i sehap,
hem ihtilâf-ı metâli cihetiyle bütün âlemin görmeleri
lâzım gelmez ve lâzım değildir. Hem de, hemmatlâ olan
yerlerde, sabittir ki, görülmüştür.
acep:
acaba.
adem-i tarassut:
gözetlemenin
olmaması.
âlem:
dünya.
anî:
birden bire.
asuman:
gökyüzü.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti;
azamet ve şerefi olan ayet.
ayet-i kübra:
en büyük ayet, en
büyük delil.
berrak:
duru, açık, parlak.
cihet:
yön.
çerağ-ı leyle-i esra:
sırlı gecelerin
lâmbası.
dahi:
bile.
feyz-i ‹lâhî:
Allah’ın feyzi, bolluğu,
lütfu.
güya:
sanki, sözde.
hâk-i harim:
herkesin dokunama-
yacağı kutsal toprak.
hatt-ı ruhsar:
manevî yüzün çizgi-
si, noktası.
hemmatlâ:
aynı meridyen üzerin-
de olup ay ve güneşi aynı saatler-
de gören ülkeler.
hüsn-i aşk:
aşkın güzelliği.
ihtilâf-ı metâli:
güneşin doğuşu-
nun zaman olarak, farklı yerlerde
farklı oluşu.
inkâr etmek:
kabul etmeme, red-
detme.
inşikak:
yarılma, ikiye ayrılma.
inşikak-ı kamer:
ayın ikiye bölün-
mesi, ayın yarılması; Hz. Peygam-
berin müşriklere karşı göstermiş
olduğu ayın yarılıp ikiye ayrılma
mu’cizesi.
iştiyaken:
şevklenerek, isteyerek.
itimat:
güvenme, emniyet etme.
kâbe-i ismet:
haram ve yasak
olan şeylerden kaçınma, kötü iş ve
günahlardan korunma da ideal, ül-
kü.
kalb-i sema:
gökyüzünün kalbi.
kamer:
ay.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kat’iyen:
kat’î olarak, kesin olarak.
kitab-ı hüsün:
güzel kitap.
kuvve-i arziye:
dünyada bulunan
kuvvet.
lâzım:
gerek.
mu’cize-i kübra:
en büyük mu’ci-
ze.
mushaf-ı hikmet:
hikmet kitabı.
mübarek:
bereketli, uğurlu.
mülhit:
‹slâm dininden ayrılan, Al-
lah’ı inkâr eden, dinsiz, imansız.
münasebet:
uygunluk.
münkir:
Allah’ın varlığını kabul ve
tasdik etmeyen, imansız, dinsiz.
mütevatir-i bilmana:
nakledilen
bir haberin, başka ifade ve kelime-
lerle, başka başka şekilde ifade
edilerek tevatür hâlin gelmesi.
nakş-ı hüsün:
güzel nakış.
nur-i cemalullah:
Allah’ın ce-
malinin, güzelliğinin nuru.
peyda etmek:
meydana çık-
mak.
ruh-i beheştî:
cennete ait can.
sabit:
ispatlanmış.
safha:
yazılmış veya yazılabilir
sayfa; devre.
secdegâh-ı Âdem ve Havva:
Hz. Âdem’in (
AS
) ve Havva’nın
secde ettikleri yer.
semavat:
semalar, gökler.
sermaye-i itiraz:
itiraz etme,
reddetme sermayesi.
sine-i saf:
temiz sine, temiz
kalb.
sirac-ı kurb-i ev-edna:
ışığa
biraz yakın olma.
sure-i i’caz:
mu’cize sure.
şahadet parmağı:
sağ elin işa-
ret parmağı.
şakk u çâk:
yarılma çatlama.
şayan:
lâyık, uygun, yaraşır,
değer, münasip.
şerh-raz-ı alleme’l-esma:
Al-
lah’ın isimlerini bilerek açıkla-
yan izah eden.
tahvil:
değiştirme, döndürme,
çevirme.
tesir:
etki, iz bırakma.
tevil-i zaif:
zayıf yorum.
vaki:
vuku bulan, olan.
vakt-i gaflet:
gaflet zamanı,
uyku vakti.
vücud-i sehap:
bulutların var-
lığı.
zahir:
görünen.
zira:
çünkü.
zulmet-i evham:
kuruntular,
vehimler karanlığı.
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî
| 558 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Ay yarıldı. (Kamer Suresi: 1.)