Birincisi:
Şu istidadın meyelânı ile intihap olunan ve
bir derece hakikati tazammun eden ve ekalliyette kalan
kavil, nefsülemirde mukayyet ve o istidat ile mahsus ol-
duğu hâlde, sahibi ihmal edip mutlak bıraktı, etbaı ilti-
zam edip tamim etti; mukallitleri taassup edip, o kavlin
hıfzı için muhaliflerin red ve hedmine çalıştılar. Şu nok-
tadan, müsademe, müşagabe, cerh ve red o derece
meydan aldı ki, ayakları altından çıkan toz ve ağızların-
dan feveran eden duman ve lisanlarından püsküren
berkler, şimşekli ve bazen rahmetli bir bulut şems-i İslâ-
miyet’in tecellisine bir hicap teşkil etmiştir. lâkin ziya-i
şemsten tefeyyüz etmesine istidat bahşeden rahmetli bu-
lut derecesinde kalmadı. Yağmuru vermediği gibi, ziyayı
dahi menetmektedir.
İkinci Nokta:
ekalliyette kalan kavil, eğer içindeki
hakikat ve mağz onu intihap eden istidatlardaki heves ve
heva ve mevrus âyineye ve mizacına galebe çalmasa, o
kavil bir hatar-ı azîmde kalır. zira istidat onunla insibağ
edip, onun muktezasına inkılâp etmek lâzımken, o onu
kendine çevirir ve telkih eder, kendi emrine musahhar
eder. İşte şu noktadan, hüda hevaya tahavvül ve mezhep
mizaçtan teşerrüp eder. Arı su içer, bal akıtır; yılan su
içer, zehir döker.
Fakat, kaviyyen ümit ederim ki, kâinatta şu meclis-i
âlî, şu meczup sergerdan küre şehrinde, millet-i insa-
niyede ve âdem kavminde, ulema-i İslâm âlemi bir mec-
lis-i mebusan-ı mukaddese hükmüne geçecektir. selef ve
âdem kavmi:
insan nesli, türü.
bahşetmek:
bağışlamak, vermek.
berk:
şimşek.
cerh:
çürütme.
ekalliyet:
azınlık.
etba:
bağlı olanlar, halk, yöneti-
lenler.
feveran etmek:
çıkmak, fışkır-
mak.
galebe çalmak:
üstün gelmek.
hatar-ı azîm:
büyük tehlike.
hedm:
yok etme, ortadan kaldır-
ma.
heva:
istek, heves, nefsin arzusu.
heves:
istek ve arzular.
hıfz:
koruma, muhafaza etme, hi-
maye etme.
hicap:
engel, ayıran perde.
hüda:
doğruluk, doğru yolu gös-
terme.
hükmüne geçmek:
.gibi sayılmak,
durumunda olmak.
ihmal etmek:
önem vermeyip
kendi hâline bırakmak.
iltizam etmek:
gerekli görmek, lü-
zumlu saymak.
inkılâp etmek:
bir hâlden başka
bir hâle geçmek, değişmek, dö-
nüşmek.
insibağ etmek:
boyanmak, boya
tutmak.
intihap etmek:
seçmek, tercih et-
mek.
intihap olunmak:
seçilmek, tercih
edilmek.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kavil:
fiiliyata dökülmeyen, sözde
kalan şey; görüş, fikir.
kaviyyen:
kuvvetle, güçlü olarak.
küre:
yeryüzü, dünya.
lâkin:
ancak, fakat.
lisan:
dil.
mağz:
öz, iç.
mahsus:
özel.
meclis-i âlî:
yüce meclis, ulu kişi-
ler topluluğu.
meclis-i mebusan-ı mukaddese:
İslâm’ın meselelerini konuşacak
seçkin insanların bir araya geldik-
leri kutsal meclis.
meczup:
İlâhî aşkla cezbeye tutul-
muş.
menetmek:
engellemek, önle-
mek; yasaklamak.
mevrus:
miras kalmış, veraset yo-
luyla sahip olunmuş.
meydan almak:
gelişmek, yayıl-
mak.
meyelân:
bir tarafa eğilmiş, ziyade
meyil gösterme, yönelme.
mezhep:
gidilen, tutulan, takip
edilen yol.
millet-i insaniye:
insan milleti.
mizaç:
manevî vasıfların tamamı;
huy, tabiat, fıtrat, bünye.
muhalif:
zıt, karşıt.
mukallit:
taklit eden.
mukayyet:
bağlı, kayıtlı, sınırlı.
mukteza:
iktiza eden, gere-
ken.
musahhar etmek:
boyun eğ-
dirmek, emir altına almak.
mutlak:
kayıtsız, şartsız.
müsademe:
çarpışma; silâhlı
çarpışma.
müşagabe:
birbirine kötülük
etme.
nefsülemir:
aslında, hakikatin
kendisi, işin hakikati.
nokta:
konu, konu ile ilgili
önemli bölüm.
rahmetli:
faydalı.
red:
kabul etmeme.
selef:
daha önce yaşamış olan
kimse, ced, ata.
sergerdan:
başı dönmüş.
şems-i islâmiyet:
İslâmiyet
güneşi.
taassup:
bağnazlık.
tahavvül etmek:
değişmek,
dönüşmek, başkalaşmak.
tamim etmek:
herkese du-
yurmak, yaymak.
tazammun etmek:
içine al-
mak, içermek.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
tefeyyüz etmek:
feyizlen-
mek.
telkih etmek:
aşılamak.
teşerrüb etmek:
karakter hâ-
line getirmek, meşrep yap-
mak.
teşkil etmek:
vücut vermek,
meydana getirmek.
ulema-i islâm:
İslâm âlimleri.
ümit etmek:
ummak.
zira:
çünkü.
ziya:
ışık.
ziya-i şems:
güneş ışığı.
T
ulûaT
| 568 |
Eski said dönEmi EsErlEri