Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 578

MÜSTAHAK BİR CEZA
Şeriatın
(1)
o
çp
ôn
j n
’ o
?p
JÉn
?r
dn
G
düstur-i âdilânesi, şeriat-ı fıtri-
ye olan kavanin-i kadere müntabıktır ki, tarik-ı gayrimeş-
ru ile bir maksadı takip eden, maksudunun zıddıyla ceza
görüyorlar. Wilson, klemanso, Venizelos gibi.
Şuna bir misal: Bidayet-i inkılâbımızdan beri, sevab-ı
ahiretin vesilesini dinsizcesine şan ve şerefe vasıta ya-
panlar, müthiş bir rezaletle neticelendi. Muvakkat bir şan
ve şereften sonra, elîm bir sukut takip etti. lisan-ı hâlle-
ri
(2)
É v
«°p
ùr
æn
e Ék
«°r
ùn
f o
âr
æ^o
c »/
æn
àr
«n
d
tilâvet ediyor.
Fıtrat-ı insan bir mezraa hükmündedir ki, secaya-i ha-
sene temayülât-ı şerriye ile beraber, taneler gibi dest-i ka-
derle içinde ekilmiştir. Bu taneler neşvünema bulmak için
bir suya muhtaçtır. Hevadan gelse, şer taneleri neşvüne-
ma bulur: Şimdiki şu medeniyet-i habisenin hey’et-i içti-
maiyeye verdiği tesir gibi... Fıtraten, çendan hayır ciheti
galiptir; fakat sümbüllenmiş, semere vermiş on çekirdek,
yüz değil, bin kurumuş çekirdeğe galebe eder. İşte şunun
çaresi, o bab-ı fitneyi kapatmakla suyu hüda tarafından
vermek lâzımdır.
a a a
Sual:
taaddüd-i zevcat ve abd gibi bazı mesaili, ecne-
biler serrişte ederek, medeniyet nokta-i nazarında şeria-
ta bazı evham ve şübehatı irad ediyorlar.
abd:
kul.
bab-ı fitne:
fitne, bozgunculuk ka-
pısı.
bidayet-i inkılâp:
inkılâbın başı,
başlangıcı.
ceza:
karşılık, azap.
cihet:
yön.
çare:
ilâç, derman.
çendan:
gerçi,.
dest-i kader:
kader eli.
düstur-i âdilâne:
adaletli olan ka-
nun prensip.
ecnebi:
yabancı.
elîm:
acı verici, acıklı.
evham:
vehimler, kuşkular.
fıtraten:
yaratılış itibarıyla.
fıtrat-ı insan:
insan fıtratı, insanın
tabiatı, huyu.
galebe etmek:
üstünlük, üstün
gelmek.
galip:
üstün gelen.
hayır:
iyi iş, iyi şey.
heva:
istek, heves, nefsin arzusu.
heyet-i içtimaiye:
toplum.
hüda:
doğruluk, hidayet.
hükmünde:
değerinde.
irad etmek:
söylemek, getirmek.
kavanin-i kader:
kader kanunları.
lâzım:
gerek.
lisan-ı hâl:
hâl dili.
maksat:
gaye.
maksut:
maksat.
medeniyet:
medenîlik, uygarlık.
medeniyet-i habise:
pis, çirkin,
kötü medeniyet.
mesail:
meseleler, problemler.
mezraa:
ziraat yapılacak yer, tarla,
ekilecek yer.
misal:
benzer, örnek.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
muvakkat:
geçici.
müntabık:
birbirine tam uyan, uy-
gun, uymuş.
müstahak:
hak edilen, lâyık.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
neşvünema:
büyüme ve yetişme,
gelişme.
nokta-i nazar:
görüş açısı, bakış
açısı; görüş, fikir.
rezalet:
toplumun duygularını in-
citecek, değer yargılarına ters dü-
şen olay veya durum, kepazelik.
secaya-i hasene:
iyi seciyeler, gü-
zel huylar.
semere:
meyve, güzel netice.
serrişte:
başa kakma; bahane.
sevab-ı ahiret:
hayırlı işlerin ahi-
rette görülecek karşılığı.
sual:
soru.
sukut:
değerden düşme, de-
ğerini yitirme.
şan:
ün.
şer:
kötülük.
şeref:
manevî büyüklük.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
şeriat-ı fıtriye:
kâinatta düze-
ni ve ahengi sağlayan, bütün
varlıkların uymak zorunda ol-
duğu kanun ve kuralların ta-
mamı.
şübehat:
şüpheler.
taaddüd-i zevcat:
birden fazla
kadınla evlenme, birden fazla
kadın alma, çok evlilik.
takip etme:
ardından gelme,
onu izleme.
tarik-ı gayrimeşru:
meşru ol-
mayan tarz, usul, vasıta.
temayülât şerriye:
kötülüğe
doğru olan meyiller, eğilimler.
tesir:
etki, iz bırakma.
tilâvet etmek:
okumak.
vasıta:
araç.
vesile:
bahane, sebep.
zıt:
bir şeyin aksi, tersi.
T
ulûaT
| 578 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Kàtile miras yoktur. (İbniMâce, Feraiz: 8, Tirmizî, Feraiz: 17.)
2.
Keşke tamamen unutmuş olsaydım.
1...,568,569,570,571,572,573,574,575,576,577 579,580,581,582,583,584,585,586,587,588,...790
Powered by FlippingBook