Cevap:
İslâmiyet’in ahkâmı iki kısımdır.
Birisi
: Şeriat ona müessestir. Bu ise, hüsn-i hakikî ve
hayr-ı mahzdır.
Birisi dahi
: Şeriat muaddildir. Yani, gayet vahşî ve
gaddar bir suretten çıkarıp, ehvenüşşer ve muaddel ve
tabiat-ı beşere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-i haki-
kîye geçebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir su-
rete ifrağ etmiştir. Çünkü, birden tabiat-ı beşerde umu-
men hükümferma olan bir emri, birden ref etmek, bir-
den tabiat-ı beşeri birden kalbetmek iktiza eder.
Binaenaleyh, şeriat vâzı-ı esaret değildir. Belki en vah-
şî bir suretten, böyle tamamen hürriyete yol açacak ve
geçebilecek bir surete indirmiştir, tadil etmiştir.
Hem de, dörde
(HaşİYe)
kadar taaddüd-i zevcat tabiata,
akla, hikmete muvafakatiyle beraber, şeriat bir taneden
dörde çıkarmamış, belki sekizden, dokuzdan dörde indir-
miştir. Bahusus taaddüde öyle şerait koymuştur ki, ona
müraat etmekle, hiçbir mazarrata müeddî olmaz. Bazı
noktada şer olsa da, ehvenüşşerdir. ehvenüşşer ise, bir
adalet-i izafiyedir. Heyhat, âlemin her hâlinde hayr-ı
mahz olamaz.
a a a
muvafakat:
uygunluk.
müeddî:
sebep olan, icap eden.
müesses:
tesis eden, kuran, temel
alan.
mümkün:
imkân dâhilinde.
müraat etmek:
uymak, saygı gös-
termek.
ref etmek:
kaldırmak, gidermek.
suret:
biçim, şekil.
şer:
kötülük.
şerait:
şartlar.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
taaddüd-i zevcat:
birden fazla ka-
dınla evlenme, birden fazla kadın
alma, çok evlilik.
taaddüt:
birden çok olma.
tabiat:
fıtrat, yaratılış.
tabiat-ı beşer:
insan yaratılışı, fıt-
ratı, yapısı, karakteri.
tadil etmek:
doğrultmak, düzelt-
mek, aslına uygun şekilde değiştir-
mek.
tatbik:
yerine getirme, uygulama.
telâkkuh etmek:
aşılanmak, do-
ğurganlık.
telkih etmek:
aşılamak.
umumen:
bütün olarak.
vahşî:
yabanî; medenîleşmemiş,
barbar.
vâzı-ı esaret:
esaret koyucu.
zemin:
ortam, yer.
adalet-i izafiye:
topluluğun
selâmeti için ferdin hukukunu
nazara almayan adalet; nisbî
adalet.
ahkâm:
emirler, hükümler,
buyruklar.
âlem:
dünya.
bahusus:
özellikle.
binaenaleyh:
bunun üzerine,
bundan dolayı.
ehvenişer:
şerrin en az zararlı-
sı, kolayı, şerrin daha az zarar-
lısı, daha az kötü olan; iki şer-
den daha az zararlısı.
gaddar:
zulüm, haksızlık, mer-
hametsizlik eden.
galiben:
çoğunlukla, ekseri-
yetle.
gayet:
son derece.
hâl:
durum.
hayız:
kadınlarda ay başı hâli,
ay hâli, âdet.
hayr-ı mahz:
mutlak hayır,
hayrın tâ kendisi.
heyhat:
eyvah, yazık, ne ya-
zık.
hikmet:
her şeyin belirli gaye-
lere yönelik olarak, manalı,
faydalı ve tam yerli yerinde ol-
ması.
hükümferma:
hüküm süren,
hükmünü geçiren.
hüsn-i hakikî:
gerçek güzellik.
ifrağ etmek:
başka bir şekle
sokmak.
iktiza:
gerekme, gereklilik.
kalbetmek:
bir hâlden bir hâle
döndürmek, değiştirmek, dö-
nüştürmek, çevirmek.
mazarrat:
zararlar, ziyanlar,
zarar vermeler.
muaddel:
değiştirilmiş, tadil
edilmiş, ıslah edilmiş.
muaddil:
değiştiren, adaletli
hale getiren.
HaşİYe:
erkek galiben yüz yaşına kadar telkih eder. karı, yarı vakti hayız
olduğu hâlde elliye kadar telâkkuh eder.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 579 |
T
ulûaT