Sual:
zalim gâvurların bu kadar propagandalarına na-
sıl mukabele edilmeli?
Cevap:
propaganda, sabıkan tezyif ettiğim zalim cer-
bezenin veled-i nâmeşruudur. ona mukabele, o yalancı
silâhla olmamalı, belki sıdk ve hak ile olmalı. Bir tane
sıdk, bir harman yalanı yakar.
(2)
n
¿ƒo
Ñn
©r
?n
j r
ºp
¡°p
Vr
ƒn
N?/
a r
ºp
gr
Qn
P s
ºo
K *Gp
?o
b
(1)
@
p
?n
«p
ër
dG p
?r
ôn
J?/
a o
án
?«/
ër
dG Én
ªs
fp
G
Maziye, mesaibe kader nazarıyla ve müstakbele, ma-
asiye teklif noktasından bakmak lâzımdır.
Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şeyde
ceza’a iltica etmemek elzemdir.
a a a
HADSÎ BİR HAKİKAT
Sual:
Hazret-i Azrail birdir, bir anda her yerde eceli
gelenlerin ruhunu kabzeder. Hazret-i Cebrail, sidretü’l-
Müntehada suret-i hakikiyesinde olduğu anda, dıhye
veya başkasının suretinde meclis-i nebevîde iman ve
İslâm’ın erkânını soruyor veya tebliğ eder. daha, yalnız
Allah bilir, kaç yerlerde bulunuyor. Hazret-i peygamber
(
AsM
) demiş:
(3)
É v
?n
M /
Ê'
Gn
Q r
ón
?n
a p
?Én
æn
ªr
dG ?p
a /
Ê'
Gn
Q r
øn
e
. Şu sırrına
binaen, avam-ı ümmetten binlere bir anda menamen ve
havassa yakazaten ve keşfen temessülü ve umum
acz:
güçsüzlük.
avam-ı ümmet:
ümmetin avam
tabakası, avam kısmı.
binaen:
.den dolayı, nedeniyle.
cerbeze:
demagoji, haklı haksız
sözlerle hakikati gizlemek; aldatıcı
kurnazlık.
ceza’:
sabırsızlıkla sızlanma, telâş
gösterme, hüzünle ağlayıp sızlan-
ma.
ecel:
ölüm vakti.
elzem:
daha lüzumlu, gerekli.
erkân:
rükünler, sütunlar, direkler.
gâvur:
kâfir, dinsiz.
hadsî:
zan ve tahminle ilgili; sezgi.
hak:
doğru.
hakikat:
gerçek.
harman:
döğülmeğe hazırlanmış
ekin demetlerinin hepsi.
havas:
marifet ve yaşayışça üstün
olan, üst tabaka.
iltica etmek:
sığınmak.
kabzetme:
Azrail (
AS
) tarafından
ruhun alınması.
kader:
Cenab-ı Hakkın takdir ve
tayin etmesi.
keşfen:
keşif yoluyla, gizli bir şe-
yin Allah tarafından birisine ilham
edilmesi yoluyla.
lâzım:
gerek.
maasi:
günahlar.
mazi:
geçmiş zaman.
meclis-i nebevî:
Peygamberimi-
zin (asm) meclisi, Peygamberimi-
zin Ashabıyla beraber bulunduğu
meclis.
menamen:
uykudayken.
mesaip:
felâketler.
mukabele etmek:
karşılık ver-
mek, aşağılamak.
müstakbel:
gelecek zaman.
nazarıyla:
bakışıyla.
nokta:
yön.
propaganda:
bir inanç, düşünce,
doktrin vb. ni başkalarına tanıt-
mak, benimsetmek amacını gü-
den ve çeşitli vasıtalarla yapılan
faaliyet.
ruh:
can.
sıdk:
samimîlik, doğru sözlülük,
söz ile fiilin birbirine uyması, oldu-
ğu gibi görünüp göründüğü gibi ol-
ma esası.
sır:
İlâhî hikmet.
sidretü’l-münteha:
yedinci
kat gökte olduğu rivayet edi-
len ve Peygamberimizin (
ASM
)
çıkabildiği en son makam.
sual:
soru.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil.
suret-i hakikiye:
hakikî suret;
gerçek görünüş.
tebliğ etmek:
ulaştırmak, bil-
dirmek.
teklif:
yapılması mükâfatı, ya-
pılmaması da cezayı gerekti-
ren bir işin, imtihan için başka-
sından yapılmasını isteme.
temessül:
bir şeyin bir yerde
suret ve mahiyetini aksettir-
mesi, benzeşme, cisimleşme,
şekillenme.
tezyif etmek:
küçük görmek,
alay etmek.
veled-i nameşru:
meşru ol-
mayan çocuk, piç.
yakazaten:
uyanık olarak, şu-
urlu ve dikkatli şekilde.
zalim:
merhametsiz, gaddar.
zalim:
zulmeden.
T
ulûaT
| 582 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
En büyük hile, hileleri terk etmektir.
2.
De ki: “Kitabı indiren Allah’tır.” Sonra da onları daldıkları batakta bırak, oyalanadursunlar.
(En’am Suresi: 91.)
3.
Beni rüyasında gören, gerçekten görmüş gibidir. (Buharî, Edep: 109, Tirmizî, Rüya: 4.)