Sual:
Biri dese: “Bu hadisi kabul etmem.” nasıldır?
Cevap:
Bazen adem-i kabul, kabul-i ademle iltibas
olunur; çok hatiata müncer olur. Hâlbuki, adem-i kabul,
adem-i delil-i sübut onun delilidir. kabul-i adem, delil-i
adem ister. Biri şek, biri inkârdır.
Meselâ, bir hadisin kabulü, adem-i kabulü, kabul-i ade-
mi vardır.
•
Birincisi
, bürhanî bir cazibe ister.
•
ikincisi
, kaziye-i tasdikî değil, belki cehildir.
•
üçüncüsü
, red ve inkâr olduğundan, bürhan ve ispat
ister. o nefiydir. nefiy kolayca ispat edilmez. Belki but-
lan-ı mana ile binefsihî müntefi olur.
Sual:
tenkidi nasıl görüyorsun? Hususan umur-i dini-
yede...
Cevap:
tenkidin saiki ya nefretin teşeffisidir veya şef-
katin tatminidir. (dostun veya düşmanın ayıbını görmek
gibi.)
sıhhat ve fesada muhtemel bir şeyde kabule temayül
ve tercih şefkatten; redde temayül ve tercih –vesvese ol-
mazsa– nefretten geldiğine ayardır.
p
§r
î°t
ùdG n
ør
«n
Y s
øp
µ` '
d n
h@ l
án
?«/
?n
c m
Ör
«n
Y u
?o
c r
øn
Y É°n
Vu
ôdG o
ør
«n
Yn
h
(1)
Én
jp
hÉ°n
ùn
ªr
dG ip
óÑo
J
saik-i tenkit, aşk-ı hak ve arzu-i tenzih-i hakikat olma-
lı. (selef-i salihînin tenkitleri gibi.)
a a a
hususan:
özellikle.
iltibas:
yanlışlık, karışıklık.
inkâr:
reddetme, inanmama.
ispat etmek:
delil ve sahit göste-
rerek doğruyu ortaya koymak,
doğruyu delillerle göstermek.
ispat:
delil, kanıt.
kabul-i adem:
yokluğu, hiçliği ka-
bul etme.
kaziye-i tasdikî:
onaylamayı sağ-
layıcı hüküm.
meselâ:
misal olarak.
muhtemel:
olabilirlik.
müncer:
varıp sona eren, neticele-
nen.
müntefi:
yok olan, sönen, görün-
mez olan.
nefiy:
inkâr etme, olumsuzlama.
nefret:
tiksinme, ikrah.
red:
kabul etmeme.
saik:
sevk eden, götüren; sebep;
güdü.
saik-i tenkit:
eleştiriye yönelten.
selef-i salihîn:
Ehl-i Sünnet ve Ce-
maatin ilk rehberleri ve ashap ile
Tabiînin ileri gelenleri ile Tebe-i Ta-
biînden olan Müslümanlar.
sıhhat:
doğruluk, gerçeklik.
sual:
soru.
şefkat:
karşılıksız merhamet, kar-
şılık beklemeden yardım etme;
acıma.
şek:
zan, tereddüt.
tatmin:
doyurma, ihtiyacını karşı-
lama.
temayül:
meyletme, yönelme,
eğilim, eğilme.
tenkit:
eleştirme, eleştiri.
tercih:
seçme, beğenme.
teşeffi:
öç alma.
umur-i diniye:
dinî emirler, dine
âit işler.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kalbe
gelen asılsız kötü ve sinsi düşünce.
adem-i delil-i sübut:
davayı
ispat edecek bir delilin, belge-
nin olmayışı; delilsizlik.
adem-i kabul:
kabul etmeme.
arzu-i tenzih-i hakikat:
haki-
kati tenzih etme, yani kusur-
lardan uzak sayma arzusu.
aşk-ı hak:
hak aşkı, gerçeğe
duyulan şiddetli sevgi.
ayar:
ölçü.
bazen:
zaman zaman, ara sıra,
her zaman değil.
binefsihî:
bizzat, kendisi, ken-
disi ile, kendi kendine.
butlan-ı mana:
anlamın te-
melsiz ve çürük olması.
bürhan:
delil.
bürhanî:
doğru ön hükümler
ile yapılan kıyasa ait.
cazibe:
çekim gücü.
cehil:
cahillik, bilmezlik.
delil:
şahit, belge, tanık.
delil-i adem:
yokluk delili, yok
olduğunu ispat edecek kanıt.
fesat:
bozuk, fenalık; karışık-
lık.
hadis:
Hz. Muhammed’e (
ASM
)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkası-
na ait söz, iş veya davranış.
hâlbuki:
oysa ki, hakikat şu ki.
hatiat:
hatalar, yanlışlar, yan-
lışlıklar.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 581 |
T
ulûaT
1.
Tarafgirlikle ve dostça bakan hiçbir ayıbı göremez. Lâkin her şeye düşmanca bakan tüm
kötülükleri açığa vurur. (Divanü’ş-Şafiî: 120; Maverdî, Edebü’d-Dünyave’d-Din: 57.)