askerlerini halâskâr, tathirci ilân ve karşısındaki güruh-i
mücahidîni cani, zalim söylettirdi.
Acaba, bir valide o dereceye getirilse ki, çocuğunu
kendi eliyle öldürerek, müteessir olmayarak parça parça
etse, hiç mümkün müdür ki, onda hissiyat-ı âliye ve ah-
lâk-ı samiye intifa etmesin?
Sual:
neden bu kadar İ.g.z. siyaseti galip çıkar?
Cevap:
siyasetinin hassa-i mümeyyizesi, fitnekârlık,
ihtilâftan istifade, menfaat yolunda her alçaklığı irtikâp
etmek, yalancılık, tahripkârlık, hariçte menfiliktir.
Bir adam, kocaman bir binayı bir günde harap eder,
bir taburu ihtilâle verir. Şu alçak siyasettir ki, ktt’i
(1)
za-
hiren tel’in ettiği hâlde, gizlice dehalet ediyor. Fenalık ve
ahlâk-ı seyyie siyasetine vasıta olduğu için, her yerde ah-
lâk-ı seyyieyi himaye ederek teşci eder; şimdiki İstanbul
hâli şahittir.
Sual:
Anadolu’da pek çok zulüm ediliyor ve pek çok
Müslümanlar idam ediliyor. neden böyle yapıyorlar?
Cevap:
evet, maatteessüf pek feci şeyler oluyor. Fa-
kat asıl sebep, mel’un mim’siz medeniyet, öyle zalimâne
bir silâh, şu harb-i vahşiyâneye vermiştir ki, o silâhın kar-
şısında dayanmak, onun naziriyle mukabele etmek lâzım
gelir. Şeşhane ile mitralyöze mukabele edilmez. İşte o
silâh, o düstur ki, medeniyet harbin eline vermiştir. Ben
de kendi gözümle grandük nikoloviç’in namına iki
ihtilâle vermek:
ayaklandırmak,
kışkırtmak, devlete isyan ettir-
mek.
ilân:
duyurma.
intifa etmek:
sönmek, ortadan
yok olmak, aradan çıkmak.
irtikâp etmek:
işlemek; kötü bir iş
yapmak.
istifade:
yararlanma.
lâzım:
gerek.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzüle-
rek belirteyim ki.
medeniyet:
medenîlik, uygarlık.
mel’un:
lânetlenmiş; kovulmuş;
herkesin nefret ettiği.
menfaat:
fayda, kâr.
menfilik:
negatif oluş, olumsuz-
luk.
mim’siz medeniyet=deniyet:
al-
çaklık, soysuzluk, aşağılık.
mitralyöz:
makineli tüfek.
mukabele etmek:
karşılık ver-
mek.
mümkün:
imkân dâhilinde.
müteessir:
teessüre kapılan, duy-
gulanmış, etkilenmiş.
nam:
ad, isim.
nazir:
benzer.
siyaset:
politika.
sual:
soru.
şahit:
şahitlik yapan.
şeşhane:
eskiden kullanılan nam-
lusu altı yivli tüfek.
tabur:
dört bölükten meydana ge-
len, bölük veya bataryadan bü-
yük, alaydan küçük askerî birlik.
tahripkârlık:
harap edicilik, yıkıcı-
lık, bozgunculuk.
tathirci:
temizleyici, paklayıcı.
tel’in etmek:
lânet okumak, lâ-
netlemek.
teşci etmek:
cesaret vermek, ce-
saretlendirmek; gayrete getirmek.
valide:
ana, anne.
zahiren:
görünüşte.
zalim:
zulmeden.
zalimâne:
zalimce, zulmedercesi-
ne.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
ahlâk-ı samiye:
yüce ahlâk,
yüksek sıfatlar, huylar, nitelik-
ler.
ahlâk-ı seyyie:
çirkin ahlâk,
kötü huylar.
cani:
cinayet işleyen, acımasız,
gaddar.
dehalet etmek:
aman dile-
mek, birinin himaye ve mer-
hametine sığınmak.
düstur:
kanun, kaide.
fenalık:
kötülük.
fitnekârlık:
ortalığı bozmaya
çalışmak, fitnecilik, fesat veri-
cilik.
galip çıkmak:
üstün gelmek.
güruh-i mücahidîn:
dinini yü-
celtmek için çalışan, cihad
eden topluluk, cemaat.
hâl:
şimdiki zaman.
halâskâr:
kurtarıcı.
harap etmek:
yıkmak, yıkıma
uğratmak.
harb-i vahşiyâne:
acımasız,
vahşîce savaş.
hariçte:
dışarıda.
harb:
savaş, cenk.
hassa-i mümeyyize:
ayırt edi-
ci özellik, farklılık, bir şeyi
öbürlerinden ayıran özellik.
himaye etmek:
korumak,
muhafaza etmek.
hissiyat-ı âliye:
ulvî, yüce
duygular.
ihtilâfat:
ihtilâflar, birbirine zıt
ve farklı şeyler, farklılıklar.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 575 |
T
ulûaT
1.
Konstantin yani Bizans hayali. (Nur Talebeleri).