Cevap:
Fetva-i mahz değil ki, i’tizar edilsin. Belki ka-
zayı tazammun eden bir fetvadır. Çünkü, fetvanın kaza-
dan farkı, mevzuu âmmdır, gayr-i muayyendir. Hem,
mülzim değil. kaza ise, muayyen ve mülzimdir. Şu fetva
ise, hem muayyendir, kim nazar etse bizzarure muradı
anlar; hem mülzim olmuştur, çünkü avam-ı Müslimîni
onlar aleyhinde sevk etmekle esbabın en ahiridir.
Madem ki şu fetva, kazayı tazammun ediyor; kazada
iki hasmı dinletmek zarurîdir. Anadolu da söylettirilme-
liydi, netice-i müddeiyatlarını aleyhlerinde olan davalar-
la, siyasiyyun ve ulemadan bir heyet tarafından masla-
hat-ı İslâmiye noktasında muhakeme edildikten sonra
fetva verilebilirdi.
zaten şimdi bazı hakaikte bir inkılâp var. ezdat isimle-
rini değiştirip mübadele etmişler. zulme adalet, cihada
bağy, esarete hürriyet namı veriliyor.
Sual:
neden bu kadar İ.g.z.den
(1)
nefret ediyorsun,
musalâhasını da istemiyorsun?
Cevap:
sebep bir değil, bindir. Bana en ziyade şedit
görünen, manen ahlâkımıza vurduğu darbedir. Çekirdek
hâlinde olan secaya-i seyyieyi içimizde inkişaf ettirdi.
Hayatın yarası iltiyam bulur; izzet-i İslâmiye, namus-i
millînin yarası pek derindir.
edirne Camiinde,
(2)
bir İslâm hocasının lisanıyla, Ve-
nizelos gibi şeytan zalime dua ettirdi. Merkez-i hilâfette,
Müslümanlar lisanıyla hizbüşşeytan olan İ.g.z., Yunan
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
ahir:
son.
aleyh:
karşı, karşıt.
âmm:
umumî, genel.
avam-ı müslimîn:
Müslümanların
kültürlü yüksek tabakadan olma-
yan kesimi, Müslümanların avam
olanları.
bağy:
serkeşlik, azgınlık, ileri git-
me, yoldan çıkma.
bizzarure:
kesinlikle.
cihad:
düşmanla savaşma, Allah
yolunda malla ve canla düşmana
karşı savaşmak.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
esaret:
esirlik, tutsaklık, hüküm
altında bulunma.
esbap:
sebepler.
ezdat:
zıtlar.
fetva:
bir mesele hakkında şeyhü-
lislâm, müftü gibi yetkili kimseler
veya dinî meselelere tam vâkıf
kimseler tarafından verilen şer’î
hüküm veya karar.
fetva-i mahz:
konusu genel olan,
İslâm’da, bir mesele hakkında şey-
hülislâm, müftü gibi yetkili kimse-
ler veya dinî meselelere tam vakıf
yetkili kimseler tarafından verilen
şer’î hüküm veya karar.
gayr-i muayyen:
belirsiz, belirli ol-
mayan, tespit edilmemiş.
hakaik:
hakikatler, gerçekler.
hasım:
muhalif, karşı taraf.
heyet:
bir topluluğu meydana ge-
tiren kişilerin bütünü, komite.
hizbüşşeytan:
şeytana ve nefisle-
rine tâbi olanlar güruhu; şeytan ta-
raftarları.
hürriyet:
serbestlik, hür oluş, ba-
ğımsızlık.
iltiyam bulmak:
yaranın kapanıp
iyi olması.
inkılâp:
bir hâlden başka bir hâle
geçme,değişme, dönüşme.
inkişaf ettirmek:
geliştirmek.
itizar:
özür dileme, af dileme.
izzet-i islâmiye:
İslâm’ın gerektir-
diği haysiyet, şeref, yücelik.
kaza:
olacağı Cenab-ı Hak tarafın-
dan bilinen ve takdir olunan şeyle-
rin zamanı gelince yaratılması, her
konuda Allah’ın hükmünün yürü-
mesi.
lisan:
dil.
madem ki:
değil mi ki.
manen:
duyguca, ruhça, mana iti-
barıyla.
maslahat-ı islâmiye:
İslâmî mas-
lahat, İslâm’ın faydası.
merkez-i hilâfet:
İstanbul, hilâfe-
tin yani halifelik makamının mer-
kezi, yönetim yeri.
mevzu:
konu.
muayyen:
tayin edilmiş, belirli;
kararlaştırılan.
muhakeme etmek:
akıl yürütüp
doğru netice elde edebilmek,
tartmak, değerlendirmek, yar-
gılamak.
murat:
kastedilen, maksat.
musalâha:
uzlaşma.
mübadele etmek:
değiş to-
kuş, karşılıklı olarak değiştir-
mek, trampa etmek.
mülzim:
ilzam edici; uyulma
mecburiyeti olan, bağlayıcı.
namus-i millî:
milletin namu-
su, şerefi, haysiyeti.
nazar:
bakış, dikkat.
nefret etmek:
tiksinmek.
netice-i müddeiyat:
tez ola-
rak savunulan davaların neti-
cesi, düşüncelerin özeti.
secaya-i seyyie:
kötü nitelik-
ler, vasıflar.
sevk etmek:
önüne katıp sür-
mek, yöneltmek.
siyasiyyun:
siyasetçiler.
şedit:
şiddetli, sert.
tazammun etmek:
içine al-
mak, içermek, kapsamak.
ulema:
âlimler, bilginler.
zalim:
zulmeden.
zarurî:
zorunlu.
ziyade:
pek fazla.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa,
işkence.
T
ulûaT
| 574 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
İngilizler. (Nur Talebeleri)
2.
Edirnekapı Camii. (Nur Talebeleri)