Sual:
dârülhikmeti’l-İslâmiye neden hizmet edemedi?
Cevap:
en büyük hizmeti, adem-i hizmetidir. en bü-
yük hareketi, hareketsizliğidir. Çünkü, buradaki hâkim
olan kuvvet-i ecnebiye, lehinde olmayan her bir hareke-
ti boğuyor. Hareket edenleri gördük: Mukaddes camiler-
de gâvurlara dua ettirildi ve mücahitlerin cevaz-ı katline
fetva verdirildi. İşte, dârülhikmet bu fırtına içinde alet et-
tirilmedi. en büyük mâni olan ecnebi kuvvet, bütün kuv-
vetiyle ahlâksızlığı himaye ve teşci ediyordu.
ikinci derecede sebep
: dârülhikmet eczaları kabil-i im-
tizaç, belki de ihtilât değil. Şahsî meziyetleri vardır. Ce-
maat ruhu tevellüt etmedi.
ene
’ler kavidir; delinmedi ki,
bir
nahnü
olsun. “Ben,” “Biz” olmadı. Mesailerinde te-
şarük düsturuyla işe girişildi, teavün düsturu ihmal edildi.
teşarük, maddiyatta eseri azîmleştirir, fevkalâde ya-
par; maneviyat ve efkârda adîleştirir, belki çirkinleştirir.
teavün düsturu bunun tamamen aksidir. Maddiyatta
cemaate nispeten pek küçük, fakat yalnız bir şahsa nis-
peten büyük eserlere vasıta olur. Maneviyatta ise, eseri
harikulâde derecesine is’ad eder.
Hem de tenkitleri çok keskinleşmiştir; karşısına çıkan
fikir parçalanır, söner. ehakkı aramakla, bazen hakkı da
kaybeder. Hakta ittifak, ehakta ihtilâf olduğundan, ben-
ce çok defa hak, ehaktan ehaktır. ehakkın müddet-i ta-
harrisi zamanında, batılın vücuduna bir nevi müsamaha
var. Yani, bazen hasen, ahsenden ahsendir.
adem-i hizmet:
hizmet etmeme.
adî:
bayağı, aşağı, değersiz.
ahsen:
pek güzel, en güzel, en ya-
kışıklı.
aksi:
ters, zıt.
azîm:
büyük.
batıl:
doğru olmayan, yalan yanlış.
cemaat:
topluluk, bir yere toplan-
mış insanlar, takım, bölük.
cevaz-ı katil:
öldürme izni.
dârülhikmet(i’l-islâmiye):
1918-
1922 yılları arasında Şeyhülislâmlı-
ğa bağlı olarak faaliyet gösteren,
İslâm akademisi hüviyetinde ilmi
bir kuruluştur.
defa:
kere.
düstur:
kanun, kaide.
ecnebi:
yabancı.
ecza:
kısım.
efkâr:
fikirler, düşünceler.
ehak:
en haklı olan.
ene:
ben.
fetva:
İslâm’da, bir mesele hak-
kında şeyhülislâm, müftü gibi yet-
kili kimseler veya dinî meselelere
tam vakıf kimseler tarafından veri-
len şer’î hüküm veya karar.
fevkalâde:
olağanüstü.
gâvur:
kâfir, dinsiz; zalim, insafsız,
merhameti olmayan.
hak:
doğru.
hâkim:
hükmeden.
hareket:
yaşama, davranma.
harikulâde:
olağanüstü.
hasen:
güzellik, güzel olma; güzel
işler.
himaye:
koruma, muhafaza etme.
hizmet:
bir uğurda bir işin yapıl-
ması için çalışma.
ihmal etmek:
ehemmiyet verme-
mek, mühimsememek, önemse-
memek, gereken ilgi ve önemi ge-
rektiği şekilde göstermemek.
ihtilâf:
anlaşmazlık, uyuşmazlık,
karışıklık, ikilik.
ihtilât:
karışıp görüşme, ilişkide
bulunma, beraber yaşama.
is’ad etmek:
mes’ut etmek, kutlu
kılmak.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
kabil-i imtizaç:
uygun özellikte,
kaynaştırıcı.
kavi:
kuvvetli, güçlü, dayanıklı,
metin, muhkem.
kuvvet:
güç, kudret.
kuvvet-i ecnebiye:
yabancı olan
kuvvet.
lehinde:
faydasına.
maddiyat:
maddî ve cismanî
şeyler, gözle görülüp elle tutu-
lur cinsten şeyler; para, mal,
zevk vb. ile ilgili şeyler.
maneviyat:
mana âlemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait
şeyler.
mâni:
engel olan.
mesai:
çalışmalar, çabalama-
lar, gayretler.
meziyet:
bir şeyi başkaların-
dan ayıran vasıf, üstünlük ve
değerlilik vasfı.
mukaddes:
takdis edilmiş,
kutsal, aziz, temiz.
mücahit:
cihad eden, din uğ-
runa din düşmanlarıyla, Allah
rızası için ve Allah’ın adını yü-
celtmek gayesiyle savaşan.
müddet-i taharri:
arama,
araştırma, inceleme, tahkik et-
me süresi.
müsamaha:
göz yumma, hoş
görme, görmezlikten gelme,
tolerans.
nahnü:
biz.
nevi:
çeşit, tür.
nispeten:
oranlayarak, karşı-
laştırarak.
sual:
soru.
şahıs:
kişi, kimse, fert.
şahsî:
kendine ait, hususî.
teavün:
yardımlaşma, birbiri-
ne yardım etme.
tenkit:
eleştiri.
teşarük:
ortaklık etme, birbiri-
ne ortak olma.
teşci etmek:
cesaret vermek,
cesaretlendirmek.
tevellüt:
doğma, doğum.
vasıta:
aracı, sebep, vesile.
vücut:
var olma, varlık.
T
ulûaT
| 580 |
Eski said dönEmi EsErlEri