halef, asırlar üstünden birbirine bakıp, mabeynlerinden
bir encümen-i şûra teşkil edeceklerdir.
Sual:
nasraniyet, İslâmiyet’in inkişafına bundan son-
ra mâni olmayacak mıdır?
Cevap:
nasraniyet ya intıfa veya ıstıfa ile terk-i silâh
edecektir. zira birkaç defa yırtıldı, protestanlığa geldi.
protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı; tekrar yırtılmaya
hazırlanıyor. Ya intıfa bulup sönecek, veyahut doğrudan
doğruya hakikî Hristiyanlığın esasına cami olan hakaik-i
İslâmiyeyi karşısında görecektir.
Beşer dinsiz olamaz.
İşte bu sırr-ı azîme Hazret-i peygamber (
AsM
) işaret et-
miştir ki, “Hazret-i İsa gelecek, ümmetimden olacak,
ayn-ı şeriatımla amel edecektir.”
Saniyen:
sebeb-i ihtilâf-ı muzır, “Bu haktır” düsturu
yerine “Yalnız hak budur”, ve “en güzeli budur” hükmü
yerine, “güzeli budur” hükmü ikame edilmiştir.
(1)
$G?p
a t
Ö o
ër
dn
G
esas-ı merhametkârı yerine,
(2)
$G?p
a ¢ o
†r
¨ o
Ñ r
dn
G
ikame edilmiştir. kendi mesleğinin muhabbeti yerine,
başka meslekten nefret harekâtında hâkim kılınmıştır.
Hakikate muhabbet yerine, ene tarafgirliği müdahale et-
miştir. Vesail ve delâil, makasıd ve gayât yerine ikame
edilmiştir. Hâlbuki, fasit bir delil ile, hak bir netice zihin-
de ikame edilir; batıl bir vesile ile hak bir gaye, fikirde
tespit edilir. Madem gaye ve maksat haktır; delil ve vesi-
lelerdeki fesat, böyle inşikak-ı kulûba sebebiyet verme-
meli.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hâkim:
hükmü altında tutan, galip
olan.
halef:
sonradan gelen, oğul, soy,
nesil.
harekât:
hareketler, davranışlar.
hüküm:
yargı.
ıstıfa:
saflaşma.
ikame etmek:
yerine koymak.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfolun-
ma.
inşikak-ı kulûb:
kalblerin bir ol-
maması, ayrı ayrı olması.
intıfa:
bir şeyin ortadan yok olma-
sı.
islâmiyet:
Müslümanlık.
işaret etmek:
göstermek, bildir-
mek.
mabeyn:
ara.
madem:
değil mi ki.
makasıd:
maksatlar, gayeler,
amaçlar.
maksat:
gaye.
mâni olmak:
önlemek.
meslek:
yol, usul, gidiş.
muhabbet:
sevgi, sevme.
müdahale etmek:
karışmak.
nasraniyet:
Hristiyanlık.
nefret:
tiksinme, ikrah.
netice:
sonuç.
Protestanlık:
Katoliklerden ayrıl-
ma reformcu Hristiyan mezheple-
rine verilen ad.
saniyen:
ikinci.
sebeb-i ihtilâf-ı muzır:
zararlı olan
anlaşmazlık, ayrılık nedeni.
sebebiyet:
sebep olma.
sırr-ı azîm:
büyük sır.
terk-i silâh etmek:
teslim olmak.
tespit etmek:
bir durumu şüphe-
ye yer bırakmayacak şekilde belir-
leme.
teşkil etmek:
oluşturmak, mey-
dana getirmek.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma.
ümmet:
hak dine davet etmek
için Allah tarafından kendilerine
peygamber gönderilen ve bu pey-
gambere inanıp bağlanan cemaat,
topluluk.
vesail:
vesileler, sebepler.
vesile:
bahane, sebep.
zihin:
hafıza, bellek.
zira:
çünkü.
amel etmek:
iş, fiil, eylemde
bulunmak.
asır:
yüzyıl, asır.
ayn-ı şeriat:
İslâmiyetin tâ
kendisi.
batıl:
doğru olmayan, yalan
yanlış.
beşer:
insan.
cami:
toplayan, içine alan.
delâil:
deliller, ispat vasıtaları.
delil:
şahit, belge, tanık.
düstur:
kanun, kaide.
elbuğzu fillâh:
Allah için nef-
ret etme, düşmanlık göster-
me.
elhubbu fillâh:
Allah için sev-
mek.
encümen-i şûra:
danışma (is-
tişare) meclisi.
ene:
ben.
esas:
öz, asıl.
esas-ı merhametkâr:
merha-
metli düstur.
fasit:
doğru olmaktan çıkmış,
bozuk, bozulmuş.
fesat:
bozgunculuk, fenalık;
karışıklık.
gayât:
gayeler, amaçlar.
gaye:
amaç.
hak:
doğru.
hakaik-ı islâmiye:
İslâmiyetin
gerçekleri, İslâm’a ait hakikat-
ler.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 569 |
T
ulûaT
1.
Allah için sevmek. (Buharî, İman: 1.; EbuDavud, Sünne: 2.; Müsned: 5:146.)
2.
Allah için düşmanlık etmek. (Buharî, İman: 1.; EbuDavud, Sünne: 2.; Müsned, 5:146.)