suyun nebeanıyla; menba-i hidayet olan lisanında maye-i
ervah olan zülâl-i hidayetin feveranını hissen tasvir edi-
yor.
diğeri
, rivayat-ı sahiha-i sabite ile mükerreren vuku
bulan tekellüm-i hacer ve şecer ve hayvandır. güya hi-
dayetindeki hayat-ı maneviye cemadat ve hayvanata si-
rayet ederek nutka getirmiştir. Minber-i şerifindeki ciz’in
hanîni, yani o ağacın ağlaması mütevatir-i bilmanadır.
Bir kısmı da, az bir taamı teksirdir ki, rivayet-i sahiha-i
meşhure ile sabittir. pek çok defa az bir taam bir cema-
at-ı azîmeyi işba ederek, âdeta noksan olmamış gibi ka-
lıyormuş.
•
Bir kısmı da “ihya-i emvat,” “hastaları teşfiye”ye aittir.
Bunun gibi pek çok aksamı, esanid-i sahiha ile kütüb-i mu-
hakkikîn tamamıyla beyan etmişlerdir. onun için iktisar et-
tik. kadı Iyaz,
Şifa-i Şerif’
inde, kastalânî
mevahib-i Ledün-
niye’
de mu’cizatı güzel tafsil etmişlerdir.
(1)
Gk
ôr
«n
N *G o
ºo
gGn
õn
L
ey kàri-i müteharri-i Hakikat!
geniş bir fikirle, müteyakkız bir nazarla yedi şuaatı bir-
den muhit bir daire veya müstetir bir sur gibi nazara al,
nübüvvet-i Ahmediyeyi içinde merkez gibi temaşa et; tâ
ki bir taraftan hücum eden evhamı mütecavip olan ceva-
nib-i saire defedebilsin.
İşte şu hâlde, japonların suali olan
(2)
p
¬r
«n
dp
G Én
æn
fƒo
Yr
ón
J …/
òs
dG p
¬'
dp
’r
G p
In
ór
Mn
h n
h p
Oƒo
Lo
h '
¤n
Y o
í°p
VGn
ƒr
dG o
?«/
ds
ódGÉn
e
’e karşı cevaben derim. İşte:
gerçeği araştıran okuyucu.
kütüb-i muhakkikîn:
hakikati bu-
lup meydana çıkaranların, hakikati
araştıranların kitapları.
lisan:
dil.
maye-i ervah:
ruhun esası, ruhlar
için gerekli.
menba-i hidayet:
doğru yola ulaş-
tırma kaynağı.
minber-i şerif:
Peygamberimizin
(
ASM
) şereflendirdiği minber.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah tarafın-
dan verilip, yalnız peygamberlerin
gösterebilecekleri büyük harika iş-
ler.
muhit:
çevre, etrafını çeviren, ku-
şatan.
mükerreren:
tekrar olarak, tekrar
be tekrar.
müstetir:
gizli, saklı, örtülü.
mütecavip:
cevap veren.
mütevatir-i bilmana:
nakledilen
bir haberin, başka ifade ve kelime-
lerle, başka başka şekilde ifade
edilerek bir haberin ağızdan ağıza
dolaşarak yayılmasıdır.
müteyakkız:
uyanık bulunan; ba-
siretli.
nazar:
bakış.
nazara almak:
dikkate almak;
bakmak.
nebean:
kaynama, fışkırma.
noksan:
eksik.
nutka gelmek:
söz söylemek, ko-
nuşmak.
nübüvvet-i ahmediye:
Hz. Mu-
hammed’in (
ASM
) peygamberliği.
rivayat-ı sahiha-i sabite:
dosdoğ-
ru olarak nakledilmiş Peygamberi-
mizden olduğu kesin olan rivayet-
ler, sözler.
rivayet-i sahiha-i meşhure:
ünlü,
doğruluğu kesin rivayet.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
sirayet etmek:
bulaşmak, geç-
mek.
sual:
soru.
sur:
kale, hisar.
şuaat:
şualar, ışınlar, parıltılar.
taam:
yemek, aş.
tafsil etmek:
etraflıca bildirmek,
uzun uzadıya anlatmak, açıkla-
mak.
tasvir etmek:
tanımlamak.
tekellüm-i hacer ve şecer:
ağaç-
ların ve taşların konuşması.
teksir:
çoğaltma, artırma.
temaşa etmek:
bakmak, seyret-
mek.
teşfiye:
iyileştirme, şifalandırma.
vuku bulma:
olma, meydana gel-
me.
zülâl-i hidayet:
doğru yola ulaş-
manın güzel ve tatlı suyu.
âdeta:
sanki.
aksam:
parçalar, bölümler, kı-
sımlar.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
cemaat-ı azîme:
büyük toplu-
luk.
cemadat:
cansızlar, cansız ya-
ratıklar, katı cisimler.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
cevanib-i saire:
diğer yönler.
ciz:
ağaç kütüğü, hurma ağacı-
nın kökü, hurma ağacı.
defetmek:
ortadan kaldırmak,
yok etmek; uzaklaştırmak.
esanid-i sahiha:
gerçek isnat-
lar, senetler.
evham:
vehimler, kuşkular.
feveran:
çıkma, fışkırma.
güya:
sanki, sözde.
hanîn:
inleme, sızlama.
hayat-ı maneviye:
manevî
hayat.
hayvanat:
hayvanlar.
hidayet:
doğru yol, hak yol.
hissen:
duyguyla.
ihya-i emvat:
ölüleri diriltme.
iktisar:
kısmak, kısa tutmak;
sözü uzatmamak.
işba etmek:
doyurmak.
kadı:
hâkim.
kàri-i müteharri-i hakikat:
Eski said dönEmi EsErlEri
| 561 |
Ş
uaaT
-
ı
m
arifeTü
’
n
-n
eBî
1.
Allah onlara mükâfatlarını çokça versin.
2.
Bizi kendisine iman etmeye çağırdığınız Allah’ın varlığına ve birliğine açık delil nedir?