tekkelerde mütebahhirîn ulema bulunmaktır. Bu takdir-
de şuubat-ı selâse yek-aheng-i terakki olarak kat-ı mera-
tip etmek kaviyyen me’muldür.
i k inc i f i k i r
: Vaizlere aittir ki, bunlar müderris-i umu-
mîdir. Bunların nasayihinde kendimce bir tesir hissetme-
dim. düşündüm, kasavet-i kalbimden başka üç sebep
buldum:
Birisi
: Asr-ı hâzırayı zaman-ı salifeye kıyas, yalnız tas-
vir-i müddea ve parlak göstermektir. Hâlbuki, zaman-ı
salifte safa-i kalb ve taklid-i ulema hükümferma idi. Bun-
lara delil lâzım de€ildi. Şimdide herkeste bir meyl-i tahar-
ri-i hakikat peyda olmuş. Bunlara karşı tasvir-i müddea
tesir etmez. Ancak tesir ettirmek için ispat-ı müddea ve
ikna lâzımdır.
ikinci sebep
: Bir şeyi tergip veya terhip etmekle on-
dan daha mühim şeyi tenzil etmektir. Meselâ, “ ‘Bir ge-
ce iki rekât namaz kılmak, haccı tavaf etmek’ veya ‘kim
gıybet etse zina etmiş’ gibidir” derler.
üçüncüsü
: Belâgatin muktezası olan mukteza-i hâle
mutabık ve ilcaat-ı zamana muvafık söz söylemezler. gü-
ya insanları eski zaman köşelerine çekiyorlar, sonra ko-
nuşuyorlar. demek istiyorum ki: Vaiz hem âlim-i muhak-
kik olmalı –ki, tâ ispat-ı müddea etsin– hem hakîm-i mü-
dakkik olmalı –tâ muvazene-i şeriatı bozmasın– hem de
beli€-i mukni olması şarttır.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 155 |
d
ivan
-
ı
H
arB
-
i
Ö
rfî
larında anlaşmazlık olmayan; uy-
gun.
muvafık:
yerinde, uygun, müna-
sip.
muvazene-i şeriat:
şeriatın hü-
kümlerinin yerli yerinde ve uygun
olması.
müderris-i umumî:
umuma ders
verenler.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mütebahhirîn:
bilgileri deniz gibi
geniş ve engin olanlar.
nasayih:
nasihatler, ö€ütler.
peyda:
meydanda, açıkta, açık,
aşikâr.
rekât:
namazda bir kıyam, bir rü-
kû ve iki secdeden oluşan bölüm.
safa-i kalb:
kalbin saf ve temiz ol-
ması.
şart:
bir iş için mutlaka gerekli
olan şey.
şuubat-ı selâse:
üç grup, üç cema-
at: mektep, medrese, tekke.
tâ:
kadar, dek, de€in.
takdirde:
belirleme ve tanımlama.
taklid-i ulema:
âlimlerin taklit
edilmesi.
tasvir-i müddea:
iddia edilen şey-
leri zihinde canlandırma.
tavaf etmek:
haccın şartlarından
olarak, hacıların Kâbe’nin etrafında
yedi kez dolaşmaları.
tekke:
tarikat evi, zikir yeri.
tenzil etmek:
de€erinden düşür-
mek.
tergip:
isteklendirme; ra€bet ettir-
me.
terhip:
korkutma, ürkütme.
tesir:
etki.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
vaiz:
dinî meseleler üzerinde ö€üt
vererek irşat eden.
yek-aheng-i terakki:
yükselme
ilerlemede uyum.
zaman-ı salif(e):
geçmiş zaman.
zina:
nikâhsız cinsî münasebet.
âlim-i muhakkik:
araştırıcı
ilim adamı.
asr-ı hâzıra:
şimdiki zaman.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı
ve tesirli ifade.
beli€-i mukni:
ikna edici ve
yerinde söz söyleyen.
delil:
bir davayı, meseleyi is-
pata yarayan şey, bürhan.
fikir:
düşünce; görüş.
gıybet:
hazırda olmayan birisi-
nin aleyhinde konuşmak, kö-
tülemek, dedikodu yapmak.
güya:
sanki.
hac:
Kâbe.
hakîm-i müdakkik:
konuları
derinlemesine inceleyen.
hâlbuki:
hakikat ve do€rusu
şudur ki.
hükümferma:
hüküm süren.
ikna:
bir kanaati, fikri, düşün-
ceyi kabul ettirmek.
ilcaat-ı zaman:
zamanın zor-
lamaları, ça€ın mecburîyetleri.
ispat-ı müddea:
iddia edileni
ispatlamak.
kasavet-i kalb:
kalb katılı€ı,
duyarsızlık.
kat-ı meratip:
mertebelerde
yükselmek.
kaviyyen:
kuvvetle.
kıyas:
karşılaştırmak, oranla-
mak.
lâzım:
gerekli.
me’mul:
umulan, ümit edilen.
meselâ:
misal olarak, şunun
gibi, söz gelişi, faraza.
meyl-i taharri-i hakikat:
ger-
çe€i araştırma meyli, hakikati
araştırma iste€i.
mukteza:
gereken, gerekli
olan.
mukteza-i hâl:
durumun ge-
re€i.
mutabık:
birbirine uyan, ara-