iresindeki hürriyettir. Ve tâli' ve taht ve baht-ı İslâm’ın
anahtarı da meşrutiyetteki şûradır. zira, şimdiye kadar
üç yüz yetmiş milyon İslâm, ecanibin istibdad-ı manevîsi
altında eziliyordu. Şimdi hâkimiyet-i İslâmiye, âlemde,
bahusus bundan sonra Asya’da hükümferma oldu€u hâl-
de, her bir ferd-i Müslüman hâkimiyetin bir cüz-i hakikî-
sine malik olur. Ve hürriyet, üç yüz yetmiş milyon İslâm’ı
esaretten halâs etmeye bir çare-i yegânedir. Farz-ı mu-
hal olarak, burada yirmi milyon nüfus, tesis-i hürriyette
çok zarardide olsalar da, feda olsunlar. Yirmiyi verir, üç
yüzü alırız.
Yazık, eyvahlar olsun! Bizdeki unsurlar, ırklar hava gi-
bi muhtelittir, su gibi memzuç olmamışlar. İnşaallah,
elektrik-i hakaik-ı İslâmiyet’le imtizaç ederek, ziya-i maa-
rif-i İslâmiye hararetiyle kuvvet tevlit ederek bir mizac-ı
mutedile-i adalet vücuda gelecektir.
Yaşasın meşrutiyet-i meşrua! sa€ olsun hakikat-i şeri-
at terbiyesinden tam ders alan neyyir-i hürriyet!
istibdadın garibüzzamanı,
meşrutiyetin bediüzzamanı,
Şimdikinin de bid’atüzzamanı
Said Nursî
®
Eski said dönEmi EsErlEri
| 149 |
d
ivan
-
ı
H
arB
-
i
Ö
rfî
dilerse, Allah’ın emri olursa, Allah
izin verirse manalarında kullanılan
bir dua.
islâm:
Müslüman.
istibdad-ı manevîsi:
manevî bas-
kısı.
istibdat:
baskı, baskıcı yönetim, II.
Meşrutiyet öncesi dönem.
kuvvet:
tesir kudreti.
malik:
sahip.
memzuç:
karışmış, mezcolmuş.
meşrutiyet:
başında hükümdar
bulunmakla birlikte seçimle kuru-
lan bir yasama meclisine dayanan,
yürütmesi denetime açık anaya-
sal idare şekli.
meşrutiyet:
Osmanlılarda 1876
Anayasasıyla başlayan, 1908 de€i-
şikli€iyle devam eden hukukî ve
siyasî döneme verilen ad.
meşrutiyet-i meşrua:
dine uygun
meşrutiyet, meşru meclise dayalı
yönetim şekli.
mizac-ı mutedile-i adalet:
adale-
tin aşırılıklardan uzak itidalli
karakteri.
muhtelit:
karışmış, mezcolmuş.
neyyir-i hürriyet:
serbestlik, hür-
riyet güneşi.
nüfus:
insanların sayısı.
şûra:
danışma, danışma kurulu.
taht:
hükümranlık.
tâli’:
kısmet, talih, kader.
tam:
eksiksiz, noksansız.
terbiye:
e€itim.
tesis-i hürriyet:
hürriyeti yerleş-
tirmek.
tevlit etmek:
vücuda getirmek.
unsur:
birleşik bir şeyi meydana
getiren elemanlardan her biri,
esas, asıl; madde, esas, kök.
vücuda gelmek:
meydana gel-
mek.
zarardide:
zarara, ziyana u€ramış.
zira:
çünkü.
ziya-i maarif-i islâmiye:
İslâmın
bilgi ışı€ı.
âlem:
dünya, cihan.
baht-ı islâm:
İslâmın talihi, İs-
lâmın kaderi, ikbali.
bahusus:
hususiyetle, en çok,
özellikle.
bediüzzaman:
zamanın, ça€ın
eşsiz güzelli€i.
bid’atüzzaman:
zamanın acip
ve garibi, zamanın şartlarına
uymayan.
cüz-i hakikî:
gerçek parça.
çare-i yegâne:
tek çare, tek çı-
kar yol.
ders:
ö€üt, nasihat.
ecanip:
ecnebiler, yabancılar.
elektrik-i hakaik-ı islâmiyet:
İslâm hakikatlerinin elektri€i.
esaret:
esirlik, tutsaklık.
farz-ı muhal:
imkânsızı farz
etme, olmayacak bir şeyi ola-
cakmış gibi düşünme.
feda olmak:
gözden çıkar-
mak, u€runa vermek.
ferd-i müslüman:
Müslüman
kişi.
garibüzzaman:
zamanın gari-
bi; asrın, zamanın şaşırtıcı,
hayret verici kişisi.
hakikat-i şeriat:
dinin haki-
katleri.
hâkimiyet:
hükmediş, ege-
menlik.
hâkimiyet-i islâmiye:
İslâmi-
yetin hâkim olması.
halâs etmek:
kurtarmak.
hararet:
sıcaklık; coşkunluk,
heyecanlılık.
hükümferma:
hüküm süren.
hürriyet:
ba€ımsızlık; II. Meş-
rutiyetin ilânı ile birlikte ger-
çekleşen yeni sistemin halk
arasındaki adı.
imtizaç etmek:
uyuşmak,
kaynaşmak.
inşaallah:
Allah isterse, Allah