•
Dördüncüsü
: “zihnim perişandır” demişim. Hâlbu-
ki bu cümleden maksadım, kuvve-i hafızama nisyan tare-
yanı ve zihnimdeki sıkıntı ve tabiatımdaki tevahhuş mu-
rattır. Hiçbir divane “Ben deliyim” demedi€i için, benim
cinnetime nasıl delil olabilir? Hem de
izhar
’dan sonra üç
mâh ders gördü€ümü söylemiştim. İki cihetle şu söz şüp-
heyi davet eder: Ya hilâftır –hâlbuki ekser kürdistan
bunun sıdkını bilir– ya do€ru oldu€u hâlde –ya sen, ey
doktor, dedi€in gibi– temeddüh ve gurur misillü bir un-
sur-i cinneti ima eder. Buna cevap: Bir rical-i devletin su-
aline karşı cevab-ı savap vermek istemekli€imdir ki, te-
meddühü istilzam etmiş.
Şimdi, şuurumda şüpheniz kalmadı€ı vakit fikrimde
şüpheniz vardır zannediyorum. edna bir muhakeme ile
bu şüphe zail olabilir. zira, gayet serbest, vahşî kürdler-
den olan bir adam; elmas gibi, millete bir sadâkat ve cev-
her gibi bir fikr-i âlî sahibi olmadı€ı hâlde, nasıl bu za-
manda bu kadar alâmet-i farika ile hile ve fikr-i fesadı
saklayabilir? Bence, “Hile, terk-i hiledir.” demek, herke-
se müreccah –çünkü kimseyi millete sadık bulmadım– ve
safî bir sadâkati kalbden hissetmiş de bu gûnâ ahvalde
bulunmuş.
(1)
p
º«/
?° s
ùdG p
º r
¡n
Ør
dG n
øp
e o
¬o
às
eo
Gn
h É k
«/
ë°n
U G k
ô r
en
G m
Öp
FÉn
Y r
øp
e r
ºn
cn
h
demek, bizim doktorların fehmi hasta ve kendi rapor-
larıyla kendileri mecnun. Ve zaptiye nazırı da hiddeti
için divanedirler. ey doktor! sen iyi doktorsun; evvelâ o
bîçareleri tedavi et, sonra beni.
i
ki
m
ekTeB
-
i
m
usîBeTin
Ş
aHadeTnamesi
| 156 |
Eski said dönEmi EsErlEri
ahvalde:
durumda.
alâmet-i farika:
farklılık belirtisi.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cevab-ı savap:
do€ru cevap.
cevher:
esas, maya, öz.
cihetle:
yönden.
cinnet:
delilik.
davet etmek:
sebebiyet vermek.
delil:
iz, nişan, emare; bürhan.
divane:
deli, aklı başında olma-
yan.
edna:
basit.
ekser:
ço€unluk.
elmas:
çok kıymetli bir mücevher.
evvelâ:
ilk önce.
fehim:
anlayış, idrak, akıl.
fikir:
düşünce; görüş.
fikr-i âlî:
yüce fikir.
fikr-i fesat:
bozuk fikir.
gayet:
son derece.
gûnâ:
tarz.
gurur:
kibir; kendini yüksek ve de-
€erli tutma hissi.
hâlbuki:
hakikat ve do€rusu şudur
ki.
hiddet:
öfke, kızgınlık, gadap, hı-
şım.
hilâf:
ters, karşı, zıt, aykırı.
hile:
aldatmaya, kandırmaya yö-
nelik tertip, düzen, desise;sahte-
kârlık, sahtecilik, düzenbazlık,
oyun, dolap;hayırlı işlerde tedbirli
ve tecrübeli olma.
ima etmek:
dolaylı, üstü kapalı
ifade etmek.
istilzam etmek:
gerekli görmek.
izhar:
Arabca dil bilimi kitapların-
dan birinin adı.
kuvve-i hafıza:
hafıza gücü, hıf-
zetme, unutmama kuvveti.
kürdistan:
Osmanlı devleti zama-
nında bir co€rafî bölge adı.
mâh:
ay.
maksat:
kastedilen, istenilen şey,
niyet, meram.
mecnun:
çılgın, deli.
misillü:
benzeri.
muhakeme:
de€erlendirme.
murat:
kastedilen.
müreccah:
tercih edilen.
nisyan:
unutkanlık.
perişan:
da€ınık, karışık.
rical-i devlet:
devletin ileri gelen-
lerinden.
sadâkat:
ba€lılık, do€ruluk.
safî:
samimî.
serbest:
hür.
sıdkını:
do€rulu€unu.
sual:
soru.
şuur:
idrak; bilinç.
şüphe:
şüphe.
1.
Anlayış sakat olduktan sonra, do€ru bir işi de ayıplayan çok olur.
tabiat:
huy, karakter, mizaç.
tareyan:
ortaya çıkma, arız
olma.
temeddüh:
kendi kendini öv-
me, böbürlenme.
terk-i hile:
hile yapmama.
tevahhuş:
yalnızlaşma, çekin-
me.
unsur-i cinnet:
cinnet belirtisi,
alâmeti.
vahşî:
medenîleşmemiş.
vakit:
zaman.
zail olmak:
sona ermek, yok
olmak.
zannetmek:
sanmak.
Zaptiye nazırı:
Osmanlı devle-
tinin son devresinde emniyet
teşkilâtı başkanı.
zihin:
hafıza, bellek, kavrama
gücü, anlayış.
zira:
çünkü.