zira benden daha hiddetlidir. Hem de bu cinnet-i muvak-
kateye müptelâ olmayan, binde birdir.
(1)
o
¿ƒo
æo
÷r
G n
?n
?n
àr
N p
G i'
ƒn
~r
G p
Qn
ón
b '
¤n
Y r
ø p
µ` '
dn
h l
¿ƒ o
æ` r
ın
¢ p
SÉs
ædG t
?o
cn
h
e€er müdahene, temelluk, tazarru-i sinnurî,
(HaşİYe)
menfaat-i umumiyeyi menfaat-i şahsiyeye feda etmek
aklın muktezasından addedilmek lâzım gelse, şahit olu-
nuz, ben o akıldan istifamı veriyorum. divanelikle –ki,
bence bir mertebe-i masumiyet gibidir– iftihar ediyorum.
Dört nokta şüpheyi davet etmiş; onları, bilerek
bazı hikmet-i hafiye için yapmışım:
•
Birincisi
: Şekl-i garibim. Bu muhalif libasımla, ma-
kasıd-ı dünyeviyeden isti€namı ve âdât-ı beldeye adem-i
müraattan özrümü ve ahval ve etvarımın nâsa muhalefe-
tini ve münasebat-ı zahir ve bâtın ile tabiîlik-i insaniyeti-
mi ve ecdadıma muhabbetimi ilân etmek içindir. Hem
de, garip bir mana garip bir lâfız içinde olmalı; tâ ki, na-
zar-ı dikkati celp etsin. Hem de, sanayi-i mahalliyeye re-
vaç vermek için bir nasihat-i fiilî ediyorum. Hem de,
kendimde bir meyl-i teceddüdü göstermek ve zamanın
teceddüt edece€ine işaret ediyorum. Hem de, sultan se-
lim’e biat etmiştim. o da başına benim gibi Vilâyat-ı Şar-
kiye külâhını giydi€ini –bir foto€rafını– görüyoruz.
•
İkincisi
: Ulema ile olan münazaramdır. onun se-
bebi: İslâmbol’a geldim, gördüm ki, sair şuubata nispe-
ten medaris terakki etmemiştir. Bunun da sebebi, kitaba
i
ki
m
ekTeB
-
i
m
usîBeTin
Ş
aHadeTnamesi
| 152 |
Eski said dönEmi EsErlEri
HaşİYe:
kedi gibi yalvarma.
âdât-ı belde:
bir bölgenin, belde-
nin âdetleri.
addedilmek:
sayılmak, kabul et-
mek.
adem-i müraat:
uymamak, tabi
olmamak.
ahval:
durum, vaziyet.
biat etmek:
fikrine uymak, ba€-
lanmak.
celp etmek:
çekmek.
cinnet-i muvakkate:
geçici delilik
durumu.
davet:
ça€ırma.
divanelik:
delilik.
ecdat:
dedeler, büyük babalar,
atalar.
etvar:
hâl ve hareketler, tarzlar,
tavırlar.
feda etmek:
gözden çıkarmak,
u€runa vermek.
garip:
tuhaf, şaşılacak, bambaşka.
haşiye:
ek, ilâve.
hiddetli:
öfkeli, kızgın.
hikmet-i hafiye:
gizli hikmetler.
iftihar etmek:
övünmek.
ilân etme:
yayma.
islâmbol:
eskiden bazı yerlerde İs-
tanbul yerine kullanılan tabir.
istifa vermek:
ayrılmak.
isti€na:
uzak durma, çekilme.
işaret etmek:
bildirmek, göster-
mek.
külâh:
eskiden giyilen, ucu sivri
veya yüksek başlık.
lâfız:
söz.
lâzım:
gerek, gerekli.
libas:
elbise.
makasıd-ı dünyeviye:
dünyaya
ait maksatlar.
mana:
anlam.
medaris:
medreseler.
menfaat-i şahsiye:
kişinin men-
faati, şahsi çıkar.
menfaat-i umumiye:
toplum
menfaati, toplum çıkarı.
mertebe-i masumiyet:
masum-
luk, günahsızlık mertebesi.
meyl-i teceddüt:
yenilik yapma
iste€i, yenilik taraftarlı€ı.
muhabbet:
sevgi, sevmek.
muhalefet:
aykırılık, zıtlık.
muhalif:
aykırılık gösteren.
mukteza:
gereken, icap eden, ge-
rekli olan.
müdahene:
dalkavukluk.
münasebat-ı zahir ve bâtın:
gö-
rünen görünmeyen ilgi, ba€, irti-
bat.
münazara:
bir konu üzerinde belli
kurallara uyularak yapılan tartış-
ma.
müptelâ:
tutulmuş, tutkun.
nâs:
insanlar.
nasihat-i fiilî:
hareketle, yaparak
1.
Bütün insanların bir mecnun tarafı vardır; lâkin insanların arzuları sayısı kadar da farklı cinnet
hâli vardır.
örnek olmak.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bak-
ma, dikkatli bakış.
nispeten:
oranla, kıyaslaya-
rak.
nokta:
cihet, husus.
özür:
kusur, eksiklik.
revaç:
ra€bet; kıymet, de€er,
itibar.
sair:
di€er.
sanayi-i mahalliye:
yerli sa-
nayi, yerli imalat.
şahit:
tanık.
şekl-i garip:
şaşılacak, bam-
başka biçim, şekil.
şuubat:
şubeler, kısımlar, bö-
lümler.
tabiîlik-i insaniyet:
insanlık
yapı, fıtrî görüntü.
tazarru-i sinnurî:
kedi gibi
yalvarma.
teceddüt etmek:
yenilenmek,
yeni hale gelmek.
temelluk:
yaltaklanma.
terakki etmek:
ilerlemek, ge-
lişmek.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
Vilâyat-ı Şarkiye:
do€u illeri.
zira:
çünkü.