Bu da garazsızlık, o da ivazsızlık, o da terk-i menafi-i şah-
sî iledir. Binaenaleyh, ben maaşın kabulünden mazu-
rum.”
nazır
: “senin memleketine neşr-i maarif olan maksa-
dın meclis-i vükelâda derdest-i tezekkürdür.”
Cevaben
: “Acaba, maarifi tehir, maaşı tacil edersiniz,
ne kaide iledir? Menfaat-i şahsiyemi menfaat-i umumi-
ye-i millete tercih ediyorsunuz!”
nazır hiddet etti.
Ben dedim
: “Ben hür yaşamışım, hürriyet-i mutlaka-
nın meydanı olan Şarkın da€larında büyümüşüm. Bana
hiddet fayda vermez; nafile yorulmayınız. Beni nefyedin,
Fizan olsun Yemen olsun, razıyım. siz de pînedûzluktan
ve yamalıkçılıktan kurtulursunuz. Ben de yüksekten düş-
mekle incinmekten kurtulurum.”
nazır
: “ne demek istiyorsun?”
Cevaben dedim ki
: “sigara kâ€ıdı kadar ince ve ni-
zam namıyla bir perdeyi, bu kadar feveran-ı efkâr ve
hissiyata karşı, herkesin üstüne örtmüşsünüz. Herkes
altında sizin tazyikatınızla meyyit-i müteharrik gibi inli-
yor. Ben acemi idim, altına girmedim, üstüne düştüm.
suret-i telebbüsüm gibi, ahlâkım da sakil idi. Bir kere
Mabeyinde yırtıldı, Şişli’de bir ermeni’nin evine düştüm.
orada yırtıldı, Şekerci Hanı’na düştüm. orada da yırtıldı,
tımarhaneye düştüm. Şimdi de tarassuthaneye düştüm.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 159 |
d
ivan
-
ı
H
arB
-
i
Ö
rfî
pineduz:
eskici.
razı olmak:
rıza göstermek, kabul
etmek.
sakil:
can sıkıcı.
suret-i telebbüs:
giyinme şekli,
tarzı, biçimi.
şark:
do€u.
tacil etmek:
hızlandırmak, çabuk-
laştırmak.
tarassuthane:
gözaltı yeri.
tazyikat:
baskılar, zorlamalar.
tehir etmek:
ertelemek, sonraya
bırakmak.
tercih etmek:
öne almak, seç-
mek.
terk-i menafi-i şahsî:
şahsi men-
faati terk etmek.
tımarhane:
akıl hastahanesi.
yamalıkçılık:
tamircilik.
acemi:
tecrübesiz.
ahlâk:
seciye, tabiat, huy.
binaenaleyh:
bundan dolayı.
cevaben:
cevap olarak.
da:
hastalık, dert, illet.
derdest-i tezekkür:
görüşme-
ye alınma.
feveran-ı efkâr:
fikirlerin coş-
ması.
garazsızlık:
kin taşımamak.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hissiyat:
hisler, duygular.
hür:
ba€ımsız; kimsenin baskı-
sı, zorlaması olmadan.
hürriyet-i mutlaka:
sınırsız
hürriyet.
ivazsız:
bedelsiz, karşılık bek-
lemeden.
kaide:
usul, kural.
maarif:
e€itim, ö€retim.
mabeyin:
sarayda, vekillerin
(nazır -bakan) ve di€er zatların
müracaat edecekleri ve padi-
şah yakınlarının bulundu€u
daire.
maksat:
niyet, meram.
mazur:
özürlü, özrü olan.
meclis-i vükelâ:
Osmanlı dev-
leti teşkilâtında bir meclis
olup, Meclis-i Hass-ı Vükelâ da
denirdi.
menfaat-i şahsiye:
kişisel fay-
da, şahsi çıkar.
menfaat-i umumiye-i millet:
bütün milletin faydası.
meydan:
yer, alan.
meyyit-i müteharrik:
hareket
hâlindeki ölü.
nafile:
boş yere, boşuna.
namıyla:
adıyla.
nazır:
bakan.
nefyetmek:
sürgün etmek.
neşr-i maarif:
e€itimi yay-
mak.
nizam:
düzen; kanun.