nazarla istinbat-ı mesele etmek olan istidadı, meleke-i
ilim yerinde ikame olunmuş ve talebelerde adem-i müna-
zara ve sual ve cevap olmamasından şevksizlik ve mele-
kesizlik ve atalet gibi bazı hâli intaç etmiş, sair sebeb-i
taaccüp ve hayret olan ulûm-i ekvan veya e€lenceyle
vakit geçirmeye sebep olan fünun-i hevesat galebe et-
miş. Ve lezzat-ı hakikiyeyi mutazammın olan ulûm-i
maksud-i bizzat gibi ulûm-i İlâhiye tahsil olunmaz. Bunun
da ya bir himmet-i âlî veya bir tevaggul-i tam veya mü-
sabakayı müntic olan sual ve cevap gibi bir şevk-i kasrî
ve haricî lâzımdır. Veyahut taksim-i a’mal kaidesine tat-
biken, her bir talebe istidadına göre bazı fünunla tevag-
gul etmeli; tâ mütehassıs olsun, sathî olmasın. zira her
ilmin bir suret-i hakikiyesi var.
Meleke olmadı€ı vakit bazı tarafı nakıs olan suretlere
benzer. Bunun da çaresi, ona müstait olan bir fenni esas
tutmalı. Ve buna münasip fünunu, her birinden bir fez-
leke alınmalı ve o fenn-i esasın suret-i hakikiyesini mü-
temmim ittihaz etmelidir. zira, her bir fezleke bir suret-i
müstakilleyi teşkil etmiyor, lâkin bir suret-i esasiyeyi tek-
mil edebilir.
(1)
ey sözümü işiten talebe-i ulûm! Mektepliler gibi –ki
onlar nakıs olan seleflerine hayrü’l-halef olmuşlar– çalı-
şalım ki, evc-i kemale vâsıl olan seleflerimize hayrü’l-ha-
lef olalım. Ben münazara ile bilfiil iki noktadan ikaz et-
mek istiyordum.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 153 |
d
ivan
-
ı
H
arB
-
i
Ö
rfî
kaide:
usul, kural.
lâkin:
ama, ancak.
lâzım:
gerek, gerekli.
lezzat-ı hakikiye:
gerçek lezzet-
ler.
meleke:
ustalık; iktidar, maharet.
meleke-i ilim:
ilimde beceriklilik.
melekesizlik:
becerisizlik, kabili-
yetsizlik.
mutazammın:
içine alan, kapsa-
yan.
münasip:
uygun.
münazara:
bir konu üzerinde belli
kurallara uyularak yapılan tartış-
ma.
müntic olmak:
neticelenen, sonu-
ca eren.
müsabaka:
yarış, yarışmak.
müstait:
istidatlı, kabiliyetli, bir şe-
ye kabiliyetli olan, yetenekli; mü-
temayil, meyilli; akıllı, anlayışlı, ze-
ki, becerikli.
mütehassıs:
işinin erbabı olan, uz-
man.
mütemmim:
tamamlayan.
nakıs:
noksan, eksik.
nazar:
bakış.
nokta:
husus, konu.
sair:
di€er.
sathî:
yüzeysel.
sebeb-i taaccüp ve hayret:
hay-
ret etme ve şaşırma sebebi.
selef:
yerine geçilen kişi.
sual:
soru.
suret:
biçim, görünüş, şekil.
suret-i esasiye:
asıl tarz ve biçim.
suret-i hakikiye:
gerçek biçim,
görünüş.
suret-i müstakile:
ba€ımsız bir
tarz, şekil.
şevk-i kasrî:
keyfin, sevincin özü.
şevksizlik:
isteksizlik, gayretsizlik.
tahsil olmak:
elde etmek, kazan-
mak.
taksim-i a’mal:
iş bölümü, işlerin
paylaşılması.
talebe:
ö€renciler, tahsil görenler.
talebe-i ulûm:
medrese talebesi.
tatbiken:
uygulayarak.
tekmil etmek:
tamamlamak,
noksanlarını gidermek.
teşkil etmek:
şekillendirmek,
meydana getirmek.
tevaggul etmek:
u€raşmak, meş-
gul olmak.
tevaggul-i tam:
tam meşkul ol-
mak.
ulûm-i ekvan:
maddî ilimler,
kâinata ait ilimler.
ulûm-i ilâhiye:
dinî ilimler.
ulûm-i maksud-i bizzat:
asıl ken-
disi istenilen ilimler.
vakit:
zaman.
vâsıl olmak:
erişmek, ulaşmak,
kavuşmak.
zira:
çünkü.
adem-i
münazara:
tartışmama, ilmî tartışmaların
olmaması.
atalet:
tembellik.
bilfiil:
gerçek olarak, lâfla de€il
işle.
esas:
asıl, temel.
evc-i kemal:
mükemmelli€in
zirvesi.
fen:
marifet, sanat, ilim.
fenn-i esas:
ilmin özü, esası;
asıl ilim.
fezleke:
özet.
fünun:
fenler, ilimler; bilgiler.
fünun-i hevesat:
hevesleri
tatmin
etmeye
yönelik
bilgiler.
galebe etmek:
üstün gelmek.
hâl:
durum, vaziyet, keyfiyet.
haricî:
dışla ilgili.
hayrü’l-halef:
bir kimsenin
yerini alan ve ona layık hare-
ket eden kimse.
himmet-i âlî:
yüksek, yüce bir
lütuf; büyük bir çaba.
ikame olmak:
yerine koymak.
ikaz etmek:
dikkat çekmek,
uyarmak.
intaç etmek:
netice vermek,
sonuç do€urmak.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istinbat-ı
mesele:
problemlerin
çözümü,
meselelerin halledilmesi.
ittihaz etmek:
kabul etmek,
saymak.
1.
Bu paragraf matbu 1. ve 2. baskılardan alınmıştır.