sizin işkenceli hapishanenizin hâli: zaman müthiş,
mekân muvahhiş, mahpusîn mütevahhiş, gazeteler mür-
cif, efkâr müşevveş, kalbler hazin, vicdanlar müteessir ve
me’yus, bidayet-i hâlde memurlar şematetli, nöbetçiler
müz’iç olmakla beraber, vicdanım beni tazip etmedi€i
için, o hâl bana e€lence gibiydi. Musibetlerin tenevvüü,
musikinin na€melerinin tenevvüü gibi bana geliyordu.
Hem de geçen sene tımarhanede tahsil etti€im dersi,
şimdi bu mektepte itmam ettim. Yani, kırk yedi sene ev-
vel tımarhane hükmündeki mahkeme-i zalimânede aldı-
€ım dersi, şimdi bu gaddarâne hazır mektepte imtihan
verdim; iki şahadetname aldım.
(1)
Musibet zamanının
uzunlu€undan, uzun dersler gördüm. dünyanın ruhanî
lezzeti olan hüzn-i masumâne ve mazlumâneden, zayıfa
şefkat ve gadre şiddet-i nefret dersini aldım.
ümidim kavidir ki, çok masumların kalblerinden hara-
ret-i hüzünle tebahhur eden “ay,” “vay” ve “ah”lar rah-
metli bir bulut teşkil edecektir. Ve âlem-i İslâm’daki yeni
yeni İslâm devletlerinin teşkilleriyle o rahmetli bulut te-
şekküle başlamıştır.
İstitrad olarak bir lâtife söyleyece€im:
Böyle ciddiyat es-
nasında lâtife söylemekten maksadım, dünyaya bir mel’abe
nazarıyla baktı€ımı ima ve işarettir. zaten şuunat-ı dünya
satranç oyununa benzer. Ben geçen sene ‘garibüzzaman’
idim. sonra ‘bediüzzaman’ oldum. Şimdi de ‘bid’atüzza-
man’ oldum. o da bana şeametli oldu. Beni sathında kabul
etmez, batnına geçirmek istiyor. Bahusus mart ve mayıs
müstebit aylardır. Martı kadro haricine çıkarmalı, mayısı da
i
ki
m
ekTeB
-
i
m
usîBeTin
Ş
aHadeTnamesi
| 146 |
Eski said dönEmi EsErlEri
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
bahusus:
hususiyetle, en çok, he-
le.
batın:
karın, iç.
bediüzzaman:
zamanın, ça€ın eş-
siz güzelli€i.
bid’atüzzaman:
zamanın acip ve
garibi, zamanın şartlarına uyma-
yan.
bidayet-i hâl:
durumun başlangı-
cı.
ciddiyat:
ciddi konular.
efkâr:
fikirler, görüşler.
esna:
sıra, vakit, zaman.
gaddarâne:
zalimce, gaddarca,
merhametsizce, haincesine.
gadr:
haksız davranış, merhamet-
sizlik.
garibüzzaman:
asrın, zamanın şa-
şırtıcı, hayret verici kişisi.
hâl:
durum, vaziyet.
hararet-i hüzün:
keder ve sıkıntı-
nın ateşi, sıcaklı€ı.
haricine:
dışına.
haşiye:
ek, ilâve.
hazin:
üzüntülü, ümitsiz.
hükmünde:
de€erinde, yerinde.
hüzn-i masumâne:
dünya tutku-
larından uzak ibretli üzüntü.
ima:
üstü kapalı ifade etmek.
imtihan:
sınav, deneme, sınama.
istitrad:
asıl konudan olmayıp yeri
gelmişken söylenen söz.
itmam etmek:
tamamlamak, bi-
tirmek.
kadro:
ekip.
kalb:
insanın manevî bünyesinde-
ki hislerin ve duyguların merkezi;
gönül, dil.
kavi:
güçlü.
lâtife:
ince manalı tuhaf ve güzel
söz.
mahkeme-i zalimâne:
zulmeden
mahkeme.
mahpusîn:
hapsedilmişler, bir ye-
re kapatılmış olanlar.
maksat:
niyet, meram.
masum:
suçsuz, kabahatsiz.
mazlumâne:
zulme, haksızlı€a u€-
rarcasına.
me’yus:
ümidi kesilmiş, kederli.
mekân:
yer, mahal.
mel’abe:
oyun yeri.
musibet:
felâket, belâ, sıkıntı.
musiki:
müzik.
muvahhiş:
dehşet veren, korku-
tan, korkutucu.
mürcif:
fitne ve fesat için ortalı€ı
karıştıran.
müstebit:
zulüm ve baskıda bulu-
nan.
müşevveş:
belirsiz, karışık, düzen-
siz, karmakarışık.
müteessir:
üzülmüş, hüzünlü, ke-
derli.
mütevahhiş:
korkan, ürken, çeki-
nen.
müthiş:
hayret edilecek, şaşılacak
kadar de€işik.
1.
Bu son cümle Osmanlıca teksir nüshadan alınmıştır.
müz’iç:
tedirgin eden, sıkan,
rahatsız eden.
na€me:
güzel ses, ezgi.
nazar:
düşünce, fikir.
rahmet:
acıma, merhamet et-
me, esirgeme.
ruhanî:
ruha ait, ruh ile ilgili.
satıh:
yüzey, üst.
şahadetname:
diploma.
şeametli:
u€ursuz, kötü.
şefkat:
içten ve karşılıksız
merhamet, karşılık bekleme-
den yardım etmek.
şematetli:
şamatacı, kuru gü-
rültücü.
şiddet-i nefret:
nefretin şid-
deti; aşırı nefret.
şuunat-ı dünya:
dünya işleri.
tahsil etme:
kazanma. edin-
me.
tazip etmek:
eziyet etmek.
tebahhur etmek:
buharlaş-
ma.
tenevvü:
çeşitlenme, çeşit çe-
şit olma, çeşitlilik.
teşekkül:
kurulma, kuruluş.
teşkil etmek:
meydana getir-
mek, yapmak.
tımarhane:
akıl hastahanesi.
ümit:
bazı şeylerin istedi€i
yönde olması konusunda bes-
lenen his.
vicdan:
his, duygu.
zaten:
aslında.