Hem de hakaik ve ahval onun cazibesine tâbi ve o
merkeze merbut olan şems-i şeriat, saltanata veya hilâ-
fete veya başka siyasete tâbi ve alet tevehhümüyle, bir
şems-i müniri münkesif bir yıldıza peyk ve cazibesine tâ-
bi itikat etmek gibi göstermekle, tarik-ı dalâlete sülûk et-
tiler.
Bütün kuvvetimle derim ki: terakkimiz ancak milliye-
timiz olan İslâmiyet’in terakkisiyle ve hakaik-ı şeriatın te-
cellisiyledir. Yoksa, “Yürüyüşünü terk etti, başkasının da
yürüyüşünü ö€renmedi” diye olan darbımesele mâsadak
olaca€ız.
evet, hem şanüşeref-i millet-i İslâmiye, hem sevab-ı
ahiret, hem hamiyet-i milliye, hem hamiyet-i İslâmiye,
hem hubb-i vatan, hem hubb-i din ile mütehassis olma-
lıyız. zira müsenna daha muhkemdir.
ey Paşalar, zabitler!
Cinayetlerime ceza ve şimdi suallerime de cevap iste-
rim.
(HaşİYe)
İslâmiyet ise, insaniyet-i kübra; ve şeriat ise,
medeniyet-i fuzlâ (en faziletli) oldu€undan, âlem-i İslâmi-
yet, medine-i fazıla-i eflâtuniye olmaya sezadır.
Birinci Sual:
gazetelerin aldatmalarıyla meşru bile-
rek buradaki görenek ve âdete binaen cereyan-ı umumî-
ye kapılan safdillerin cezası nedir?
İkinci Sual:
Bir insan yılan suretine girse, yahut bir
velî haydut kıyafetine girse, veyahut meşrutiyet istibdat
i
ki
m
ekTeB
-
i
m
usîBeTin
Ş
aHadeTnamesi
| 142 |
Eski said dönEmi EsErlEri
HaşİYe:
Bu sualler kırk-eli masum mahpusun tahliyelerine sebep oldu.
âdet:
töre, alışkanlık; her vakit ya-
pılan.
ahval:
hâller, durumlar.
âlem-i islâmiyet:
İslâm dünyası.
alet:
vasıta.
binaen:
-den dolayı.
cazibe:
cezp edicilik, çekicilik.
cereyan-ı umumîye:
genel akım.
cinayet:
adam öldürme, cana kıy-
ma, katl; bu derecede a€ır suç.
darbımesel:
bir hâdiseye binaen
söylenen hikmetli söz, ata sözü,
vecize.
görenek:
alışıla gelen.
hakaik:
hakikatler, do€rular, ger-
çekler.
hakaik-ı şeriat:
şeriata ait olan
gerçekler.
hamiyet-i islâmiye:
İslâmiyete ait
olan duygu ve ba€ların korunma
çabası.
hamiyet-i milliye:
millî duygu ve
hislerin muhafaza edilmesi için ya-
pılan çaba.
haşiye:
dipnot.
haydut:
yol kesici, eşkiya.
hilâfet:
Hz. Peygambere vekil ola-
rak Müslümanları ve İslâmlı€ı ko-
ruma görevi.
hubb-i din:
din sevgisi.
hubb-i vatan:
vatan sevgisi.
insaniyet-i kübra:
en büyük in-
sanlık.
istibdat:
hak ve hukuku tanıma-
ma, keyfî uygulama, zulüm ve ta-
hakküm.
itikat etmek:
inanmak.
kıyafet:
şekil, biçim; giysi.
mahpus:
hapsedilmiş olan, mev-
kuf.
mâsadak:
do€rulayan, tıpa tıp
uyan.
masum:
suçsuz, kabahatsiz.
medeniyet-i fuzlâ:
en faziletli, en
erdemli olan medeniyet.
medine-i Fazıla-i Eflâtuniye:
Efla-
tun’un (Platon) hayalledi€i en er-
demli, faziletli şehir.
merbut:
ba€lı, raptedilmiş, men-
sup.
merkez:
bir şeyin ortası.
meşru:
dine uygun.
meşrutiyet:
hürriyet, ba€ımsızlık.
milliyet:
bir milleti di€er milletten
ayıran hâllerin ve özelliklerin ta-
mamı.
muhkem:
sa€lam, kuvvetli.
münkesif:
tutulmuş, aydınlı€ı ke-
silmiş.
müsenna:
iki kat.
mütehassis:
duygulanan, hisle-
nen.
paşa:
Osmanlılarda yüksek sivil
memurlara ve albaydan üstün rüt-
bede bulunan askerlere veri-
len ünvan.
peyk:
uydu.
safdil:
oyun bilmeyen, kolay
aldatılan.
saltanat:
sultanlık, padişahlık,
hükümdarlık.
sebep:
sebep, neden, vesile.
sevab-ı ahiret:
ahirette karşı-
lı€ı verilecek olan hayırlı hare-
ket.
seza:
münasip, uygun, yaraşır,
şayan, şayeste; lâyık.
siyaset:
politika.
sual:
soru.
suret:
biçim, görünüş, şekil.
sülûk etmek:
bir yola girmek,
bir yol tutmak.
şanüşeref-i millet-i islâmiye:
İslâmmilletinin şanı şerefi.
şems-i münir:
nurlu güneş.
şems-i şeriat:
şeriat güneşi.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi; din.
tâbi:
boyun e€en, uyan.
tahliye:
tutukluyu serbest bı-
rakmak, salıvermek.
tarik-ı dalâlet:
sapıklık yolu.
tecelli:
açıkça ortaya çıkmak,
belirmek.
terakki:
yükselmek, ilerle-
mek, gelişmek.
terk etmek:
bırakmak, vaz-
geçmek.
tevehhüm:
gerçekte var ol-
mayanı var kabul etmek.
velî:
Allah dostu, evliya.
zabit:
subay, askere kumanda
eden rütbeli asker.
zira:
çünkü.